Harun Yahya

Allah’ın Birliğini, Varlığını Bilmek ve Takva Sahibi Olmak Vicdani Kanaatle Mümkündür



Vicdana uymak niçin önemlidir?

Her zaman vicdanı kullanarak hareket etmek kişiye neler kazandırır?

Müminlerin vicdanlarına uymaları Hz. Mehdi (a.s.)’ı tanımalarına nasıl vesile olacaktır?


Vicdandaki bilgiyi Allah insana vahiyle bildirir. İşte vicdanının sesi Allah’ın insanın kalbine ilham ettiği bu vahiydir. İnsanlar bazen vicdanın sesine uymazlar, şeytanın fısıltısına uyarlar. Allah bu gerçeği Kuran’da “Biz ona ‘iki yol-iki amaç’ gösterdik.” (Beled Suresi,10) ayeti ile bildirir. Ayette haber verildiği gibi bu yollardan biri şeytanın yoludur. Diğeri ise Rahman’ın yoludur. İsteyen Allah’ın vahyine uyar. İsteyen de şeytanın fısıltılarını dinler. Ama vicdan genellikle hep insanın çıkarıyla ve nefsiyle çatışır. Örneğin başka bir arabanın çarptığı bir kişiyi yol kenarında bırakıp “nasıl olsa arkadan gelen araba alır” diye düşünülebilir veya her ne pahasına olursa olsun bu kişi hastaneye de götürülebilir. İkinci yolu seçmek yüksek vicdan sahibi olmayı ve beraberinde getirebileceği zorlukları da kabul etmeyi gerektirir. Eğer kişi birinci yolu seçer ve yaralı kişiyi yol kenarında bırakarak giderse ve o kişinin canını kurtarma imkanı varken bundan vazgeçerse gerçekte katil hükmünde olur. Üstelik bu yaptığı hareketten dolayı ilk zamanlarda uzun süre vicdan azabı çeker. Ne var ki insan karşısına çıkan her olayda vicdanını sürekli olarak bastırarak hareket ederse, vicdansızlığı kuvvetlenir ve kemikleşir. Vicdansız kişilerin yüzüne bu özellikleri zillet şeklinde yansır ve sürekli şeytanın vahyine uydukları için de şeytani bir görünüm kazanırlar. Vicdanlı kişilerin yüzünde ise bir nur ve temizlik olur. Ayette vicdanları ile hareket eden bu kişilerin yüzlerinden tanınacakları şöyle bildirilir:

“Muhammed, Allah’ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar,  Allah’tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların Tevrat’taki vasıfları budur: İncil’deki vasıfları ise: Sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup-boy atmış (ki bu,) ekicilerin hoşuna gider. (Bu örnek,) Onunla kafirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va’detmiştir.” (Fetih Suresi, 29)  


Peygamberlerimiz Yüksek Vicdan Sahibidirler





Bazı insanların vicdanları çok zayıf olduğundan Allah’tan yana candan tavır gösteremezler, ancak vicdanı yüksek olan insanlar Allah’tan yana candan tavır göstebilirler. Kuran’da yüksek vicdan sahibi olan peygamberlere ait pek çok örnek vardır. Bu konudaki en güzel örneklerden biri Hz. Yusuf (a.s.)’dır. 

Hz. Yusuf (a.s.)’dan Vezirin hanımı murad almak istemiş, fakat Hz. Yusuf (a.s.) bunu kabul etmemiştir. Eğer Yusuf (a.s.) yüksek vicdan sahibi olmasaydı hem nefsi tatmin elde edecek, hem sarayda çok iyi bir makam elde edecek, hem de iktidar sahibi bir kadının desteğini almış olacaktı. Fakat Kuran’da, “(Yusuf) Dedi ki: “Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum.” Böylece Rabbi, duasını kabul etti ve onların hileli düzenlerini kendisinden uzaklaştırdı. Çünkü O, işitendir, bilendir.” (Yusuf Suresi, 33-34) ayetlerinde haber verildiği gibi Hz. Yusuf (a.s.) vicdanının sesini dinlemiş, Allah’a sığınmış ve zindanı nefsinin isteklerine tercih etmiştir. Oysa o dönemin hapishaneleri bugünkünden çok daha kötü koşullara sahipti. Yeraltında taştan yapılmış, meşale ile aydınlatılan ve son derece soğuk mekanlardı. Hz. Yusuf (a.s.) zindanın bu zor koşullarını bildiği halde nefsinden yana tavır göstermeden, vicdanının sesini dinlemiş ve tam 7 yıl zindanda kalmıştır. Hz. Yusuf (a.s.)’ın iffetli davranışı ve çileye karşı gösterdiği sabır yüksek vicdanının ve Allah’a olan derin bağlılığının, Allah aşkı ve korkusunun bir gereği ve tecellisidir.


İmanın Nuru Vicdana  Uymakla Tecelli Eder



Her insan karşılaştığı herhangi bir olayda, neyin doğru neyin yanlış olduğunu vicdanının sesini dinleyerek kolaylıkla anlayabilir. “Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).” (Şems Suresi, 8) ayetinde bildirildiği üzere insanın kötülükten ve her türlü çirkinlikten sakınmasına vesile olan vicdan, kişiye doğru olanın ne olduğunu bildirir. Bu, insanların büyük çoğunluğunun göz ardı ettiği çok önemli bir bilgidir. Çünkü insan Kuran’a uymakla sorumlu olduğu gibi vicdanına uymakla da sorumludur. Ahirette her insan vicdanının sesini dinleyip dinlemediği hakkında hesaba çekilecektir.

Allah her insana vicdanı vesilesiyle doğruyu ilham ettiği için, kötülük yapan, ahlaksızlık yapan, çirkinliğe yönelen, Allah’ın rızasından uzaklaşan her insan da vicdansızlık yaptığını bilerek bunu yapar. Mesela bir münafık müminler aleyhinde konuşmalar yaparken, kendince Müslümanlara zarar vermek için planlar yaparken, bunun ne büyük ahlaksızlık, ne büyük hainlik olduğunu bilerek bunu yapar. Sözüyle iyilik istiyormuş gibi görünmeye çalışması asla bu gerçeği değiştirmez.


Hayatın Her Noktasında Vicdanın Kullanılması Gerekir





Birçok insan bunu fark etmeyebilir ancak vicdan günde binlerce kere kullanılır. Vicdan kullanılmadığı zaman bu durum ruhta büyük bir rahatsızlık oluşturur. Bazı insanlar vicdanın sadece bazı durumlarda kullanılacağı yanılgısına kapılırlar. Örneğin bir dilenci ile karşılaştıklarında ona para verince vicdanlarını kullandıklarını sanırlar. Oysa vicdan sabah kalkıldığı andan itibaren akşama kadar kullanılır. Mesela en güzel sözü söylemek, daima en güzel tavrı göstermek, esprilerde bile karşı tarafta burukluk oluşturacak tavırdan kaçınmak ve karşı tarafı tedirgin etmek yerine övücü şaka yapmak insanın vicdanını sürekli olarak dinlemesi ile mümkündür. Din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda gün içinde çoğu kere saygı gözetmeden yapılan yakışıksız konuşmalar, vicdanın kullanılmamasından kaynaklanır. Vicdanını kullanan bir kişi geçici çözümler bulmak yerine her konuda Kuran’a uygun yöntemler kullanır. Vicdan yeteri kadar kullanılmadığında ise insan çevresindekileri tedirgin eder, kuşkuya kaptırır.

Bir insan, söylediği bir sözde, yaptığı bir tavırda olduğu gibi, gösterdiği bir tepkide, aldığı bir kararda da bunun vicdana uygun olmadığını biliyorsa ve buna rağmen yapıyorsa, yani vicdansızlık yaptığını bile bile bunu gerçekleştiriyorsa, bu durumda günaha girmiş olur. Ya da bir insan aslında haram olmayan, ama kendisinin haram zannettiği bir şeyi bile bile yapsa, o zaman o haramı işlemiş gibi günaha girebilir. Benzer şekilde her durumda güzel söz söyleyen, her koşulda güzel davranışlarda bulunan, karşısındaki kişiye karşı her zaman sevecen, affedici, sevgi dolu, saygılı, nezaketli olan, her zaman huzur ve güven veren bir kimse de sürekli vicdanına uyarak, Allah’ın ilhamına tam tabi olarak bu güzellikleri sergiler. Her an, her saniye vicdanını takip ederek hareket eden insanda, Allah’ın izniyle, hikmet, akıl ve feraset en güzel şekilde tecelli eder. Vicdana uymamanın haram olduğunu, vicdanına ömür boyu uymayan ve vicdanın sesini dinlemeyen kişilerin cehenneme gidebileceği unutulmamalıdır. Ayette şöyle buyrulur:

“Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak.” (Neml Suresi , 14)


Vicdana Uymak Hz. Mehdi (a.s.)’ın Tanınmasına da Vesile Olur



Ahir zamanda Hz. Mehdi (a.s.)’ın bilinip tanınması da, insanların gördükleri olayları ve şahit oldukları alametleri vicdanlarıyla değerlendirmeleri sayesinde olacaktır. Bediüzzaman Hazretleri de ahir zaman şahısları olan Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.)’ın imanın nuruyla tanınacağını söylerken, vicdanının sesini dinleyen, samimi olarak Allah’ın vicdanına ilham ettiklerine tam tabi olanların bu mübarek zatları tanıyıp anlayacağını söylemektedir:

“... Belki nur-u imanın (imanın ışığının) dikkatiyle, O EŞHAS-I AHİR ZAMAN (ahir zaman şahısları) tanınabilir.” (Sözler, s. 343-344)

Bedizzaman Hazretleriyle, Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretleriyle, İmam Rabbani Hazretleriyle veya diğer İslam büyükleriyle aynı dönemde yaşayan samimi Müslümanlar, vicdanlarına tam tabi olan salih müminler nasıl bu mübarek insanların kıymetini ve  samimiyetini anlamış ve bu mübarek zatlara sadakat göstermişlerse, ahir zamanda da vicdanıyla hareket eden, samimi her insan Hz. Mehdi (a.s.)’ın kim olduğunu anlayabilecektir. Allah rızası için dünya çapında çok etkili faaliyetler yapan, tüm imkanlarını İslam ahlakını hakim etmek için seferber eden, dinsizliğe karşı ilmen büyük mücadele veren, Allah yolunda çile çeken, helale harama titiz, yaptığı çalışmalarda Allah’ın vesile etmesiyle son derece etkili olan, Müslüman aleminin birlik olması için çalışma yapan, Allah’a coşkun sevgisi her konuşmasından ve tavrından açıkça görülen, hikmetli, feraset sahibi bir kimse gördüğümüzde bu kişinin Allah’ın izniyle Allah Katında değerli ve mübarek bir zat olduğunu nasıl anlıyorsak, vicdanımızla değerlendirdiğimizde Hz. Mehdi (a.s.)’ı da anlamamız mümkün olacaktır.

Menfaatlerine uyan herhangi bir durum olduğunda bunun hemen farkına varabilen, nefislerinin zarar görmesi ihtimalinde dahi çok kapsamlı tedbirler alan insanların, yaşadıkları dönemde Bediüzzaman’ın, Mevlana Halid-i Bağdadi’nin, İmam Rabbani’nin sohbetlerine katılmalarına, eserlerini okumalarına, çalışmalarının etkisini görmelerine rağmen bu mübarek şahısları anlamamaları, daha doğrusu anlamazlıktan gelmeleri ise bu kimselerin vicdanlarıyla hareket etmediklerinin en önemli göstergelerinden biridir.

Dolayısıyla;


Peygamberimiz (s.a.v.)’in haber verdiği yüzlerce alametin gerçekleşmiş olmasına rağmen ahir zamanda olmadığımızı iddia eden,

“Hz. Mehdi (a.s.)’ın gelmesine daha yüzyıllar var” diyen,

“Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.) birer şahıs olarak gelmeyecek” diyen,

Türk İslam Birliği’nin oluşması için gayret etmeyen,

Peygamberimiz (s.a.v.)’in Hz. Mehdi (a.s.)’ı çok kapsamlı olarak tasvir etmiş olmasına rağmen hiç böyle bir konu yokmuş gibi davranan kimselerin de vicdana uygun bir tutum içinde olmadıkları açıktır.


Elbette bazı kimseler iyi niyetli olmakla birlikte bilgi eksikliklerinden veya yeterince düşünmemelerinden dolayı bu saydıklarımıza benzer hata veya yanılgı içinde olabilirler. Ancak önemli olan, bu bilgi eksikliği ortadan kaldırılmasına, düşünmeleri için pek çok ortam oluşmasına, gerçekler önlerinde çok açık duruyor olmasına rağmen vicdanlarına kulaklarını kapatanların içinde bulunduğu durumdur. Çünkü bu kimseler Kuran ahlakına ve sünnete uygun olmayan bir tavır içinde oldukları gibi, vicdanlarına da aykırı bir yol izlemektedirler. 

Masaüstü Görünümü