Harun Yahya

Osmanlı’daki Ramazan Coşkusu ve Düşündürdükleri


Selçukluları takiben kurulan Osmanlı İmparatorluğu 600 yılı aşkın bir süre çok geniş bir coğrafyaya hükmetmiş, dünya siyasetini yönlendiren temel aktörlerden biri olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu, üç dine ve muhtelif mezheplere mensup, dilleri, kültürleri, ırkları farklı, birbirlerinden tamamen ayrı dünya görüşlerine ve inanışlara sahip olan milyonlarca insanı ve çok geniş bir coğrafyayı altı asır boyunca yönetmiştir. 

Üstelik bu yönetim zora ve baskıya değil, sevgi ve toplumsal uzlaşmaya dayanan bir yönetim olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nu böylesine yücelten sebeplerin başında ise, bu devleti yöneten hükümdarların ve bürokrasinin, İslam ahlakı sayesinde kazandıkları adalet anlayışı ve “İ’la-yı Kelimetullah” (Allah’ın Kelimesi’ni Yaymak) ideali vardır. Asırlar boyunca Müslümanların koruyucusu ve İslam’ın bayraktarı olmuş bu büyük devletin, kültür ve medeniyetinin günümüze kadar varlığını sürdüren yönlerinden biri de mübarek Ramazan Ayında yaşanan muhteşem, coşkudur.



www.Ramazansohbetleri.com

Ramazan Ayı, tüm insanlığa bir rehber olarak gönderilen Kuran’ın indirildiği ve içinde “...bin aydan daha hayırlı” (Kadir Suresi, 3) olduğu bildirilen Kadir Gecesi’nin bulunduğu bir bereket ayıdır. Bu ay boyunca, dünya üzerindeki tüm Müslümanlar oruç ibadetlerini yerine getirir, verdikleri nimetler için Rabbimiz’e şükrederler. Allah, Bakara Suresi’nde, Ramazan Ayı ile ilgili şu şekilde buyurmaktadır: “Ramazan Ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kuran onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah’ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.” (Bakara Suresi, 185)

Mübarek Ramazan ayı tüm İslam aleminde olduğu gibi Türkiye’de de büyük coşku ve heyecanla beklenen bir aydır. Halen Türkiye’de bu kutlu ayda Osmanlı’dan gelen bir çok gelenek ve adet yaşatılır; camilerde mahyaların yakılması, ihtiyaç içinde olanlar için iftar ve sahur vakitlerinde halka açık büyük sofraların oluşturulması, halkın bir araya gelip dostluk duygularını pekiştirebilmesi için sosyal aktivitelerin düzenlenmesi bunlardan bazılarıdır.

Osmanlı’dan günümüze ulaşan daha birçok güzel özellik vardır. Bu güzellikleri her incelediğimizde sebebinin, bu muhteşem medeniyete temel olan İslam ahlakı olduğunu görürürüz.


Osmanlı Medeniyetinin  Temeli İslam Ahlakıdır



Selçuklu Devleti’nin otoritesinin dağılmasının ardından ortaya çıkan Anadolu beyliklerinden biri de Osmanlı Beyliği’dir. Osmanlı Beyliği, kısa sürede gelişmiş ve döneminin en önemli devletlerinden biri haline gelmiştir. Bu devlet, oldukça kısa bir süre içinde çeşitli din, dil, ırk ve mezheplere sahip milletleri şemsiyesi altında toplayan dev bir cihan devleti haline gelmiştir. Memalik-i Osmaniye (Osmanlı ülkeleri), üç eski kıtanın birleştiği alanı, diğer bir deyişle Avrupa’nın güneybatısını, Afrika’nın kuzeyini ve Asya’nın güneybatısını kapsamaktadır. Devletin topraklarının, en geniş olduğu dönemde yüzölçümü 24 milyon km2’yi bulmaktadır. Güney Amerika kıtasının yüzölçümünün yaklaşık olarak 21 milyon km2 olduğu gözönünde bulundurulursa, Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarının genişliği daha iyi anlaşılmaktadır. Tarih boyunca güçlü ve büyük medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan bu topraklarda kurulan en son ve en uzun ömürlü medeniyet Osmanlı medeniyetidir. 600 yıllık ömründe, 400 yıl boyunca devletin en geniş sınırlarını elinde tutan, gerileme dönemi dediğimiz 200 yıl boyunca bile çok fazla toprak kaybetmeyen, yıkılış dönemi olan 20. yüzyılın başlarına kadar gücünü ve etkisini muhafaza eden Osmanlı, “cihan devleti” ünvanıyla şereflenmiştir. Kuşkusuz böylesine büyük bir devletin bu kadar uzun ömürlü olmasını yalnızca askeri güçle açıklamak mümkün değildir. Osmanlı Devleti’ni cihan devleti ünvanına layık kılan unsurların başında temelini dayandırdığı ve gücünü aldığı manevi değerler, yani İslam ahlakı gelmektedir.


 Osmanlı Fethettiği Topraklarda İslam Ahlakının Bir Gereği Olarak Zorlama ve Baskıdan Şiddetle Kaçınmıştır: Osmanlı Devleti için İslam’ın bayraktarlığını yapmaktan, İslam’ın adaletini ve ahlakını dünyaya yaymaktan daha büyük bir hedef yoktu. Bu nedenle de Osmanlı, fethettiği topraklarda yine Kuran’da emredildiği gibi hiçbir zora ve baskıya başvurmadan İslam ahlakını yaşattı ve hakim kıldı. Osmanlı için sadece Müslüman ve Türk halkın rahatı ve mutluluğu değil, kendisine tabi olan her dilden ve her dinden insanın rahatı ve mutluluğu önemliydi. İslam ahlakının bir gereği olarak Osmanlı padişahları, kendilerinden yardım isteyen kişi -inançsız da olsa- ihtiyaç içinde olana yardım etmiş ve bunun Allah’a karşı olan sorumluluklarından biri olduğunu bilmişlerdir.

 Osmanlı’nın Fethettiği Topraklarda İslam Ahlakının Bir Gereği Olarak Barış Adalet ve Hoşgörü Hakimdi: Bugün büyük devletlerin Osmanlı tarihi konusunda araştırmalar yaptırmaları ve bu konuya özel bütçeler ayırıyor olmaları aslında bizlere çok önemli bir gerçeği göstermektedir. Osmanlı Devleti büyük devlet olmanın sırrını bulmuş ve bu sırrı 600 yıllık ömrünün son anına kadar muhafaza etmişti. Batı’nın Osmanlı ile ilgili bir türlü kavrayamadığı gerçek ise bugünün siyasi literatürüyle, Osmanlı İmparatorluğu’nun “moralpolitik” (ahlaki) bir stratejik vizyona sahip olması idi. Sömürgeci güçler ise hep “reelpolitik” (katıgerçekçi) bir vizyonla hareket ettiler. Bu nedenle, eğer kısa vadede kendilerine menfaat sağlıyorsa, bir ülkeyi uzun vadede karmaşa ve istikrarsızlığa sürükleyecek politikalar izlemekten çekinmediler. Osmanlı ise sahip olduğu topraklarda her nedenle olursa olsun karmaşaya ve düzensizliğe asla izin vermedi. Daima Kuran ahlakının emrettiği barış ve huzur ortamını, adaleti ve hoşgörüyü yaşatmaya çalıştı.




Ayrıca Osmanlılar diğer bazı milletler gibi sömürgecilik zihniyetiyle bu toprakları işgal etmemiş, hiçbir zorlama ve baskıya başvurmadan dinlerini yaymayı ve Müslüman dünyasını güçlendirmeyi amaçlamışlardır. Bazı Avrupalı güçler ele geçirdikleri topraklarda yaşayan halkları kendilerinden aşağı, bir nevi ikinci sınıf insanlar olarak değerlendirip gaddar ve zalim bir politika izlerken, Osmanlılar sahip oldukları Kuran ahlakı nedeniyle her milletten insana karşı adaletli, hoşgörülü ve merhametli bir tutum sergilemişlerdir.

www.osmanlisanati.com


Osmanlı Medeniyeti’nden Günümüze Hatırlatmalar



Siz bu satırları okurken dünyanın dört bir yanında savaşlar devam ediyor, insanlar ölüyor, yurtlarından çıkmak zorunda bırakılıyor ve zulüm görüyorlar. Dünyanın pek çok yerinde bir kısım insanlar haksız kazançlar elde ederken, diğer bir kısmı hak ettiklerini elde edememenin sıkıntısını yaşıyorlar. Zalimler, sahip oldukları imkanları kullanarak güçsüzleri ezmeye çalışırken, mazlumlar ise kendilerine yardım eli uzatılmasını bekliyorlar. Kısacası dünyadaki birçok ülkede adaletsizlik hüküm sürüyor. Peki neden adalet tam  anlamıyla uygulanmıyor?

Adaletin yeryüzünde gerçekten uygulanabilmesi için, insanların, adalet uğruna kendi çıkarlarını bir kenara bırakabilecekleri bir ahlaka sahip olmaları gerekmektedir. Bu ahlak, insanlar arasında herhangi bir ayrım gözetmeksizin tüm insanları kapsayan, imkanları hakka uygun bir biçimde paylaştıran, güçlülerin değil haklıların üstün olduğu bir dünya oluşturmayı hedefleyen Kuran ahlakıdır. Adaletin hakim olması ancak Kuran ahlakının gereği gibi yaşanmasıyla mümkündür. Nitekim, Peygamberimiz (sav) döneminde bu çok güzel uygulanmıştır, son olarak da Osmanlı bu gerçeğin dikkat çekici örneklerindendir.

Osmanlı’da adaletin sağlanması için çok büyük gayret sarf edilirdi. Osmanlı padişahları, halka karşı devlet otoritesini kötüye kullanan idarecileri bu tutumlarından men eden pek çok kanunname yayınlamış, kendilerinin bizzat şahit olmadıkları ortamlarda bile halkın devletten razı olacağı bir sistem tesis etmişlerdi. Devlet görevlilerinin kanun ve adalete aykırı davranmasını kesinlikle yasaklayan pek çok beyannameden biri de Semendere kadısına gönderilendir. Padişah bu beyannamede halkın kendisine Allah’ın bir emaneti olduğunu belirttikten sonra, kanuna aykırı olarak Sancak beylerinin ve diğer görevlilerin halka haksızlık yapmalarını zulüm saymakta ve bunu şiddetle yasaklamaktadır. Bu emri yerine getirmekte ihmali ve kusuru görülenlerin yargılanmalarını emretmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu’nda hüküm süren bu adaletli yönetim sayesinde tüm Balkanlar’ı, Kafkasya’yı ve Ortadoğu’yu kapsayan coğrafyada, üç İlahi dine ve muhtelif mezheplere mensup, dilleri, kültürleri, ırkları birbirlerinden tamamen farklı milyonlarca insan, asırlar boyunca hiçbir zulme maruz kalmadan huzur içinde yaşamışlardır. Bu nedenledir ki, Batılı bilim adamları, Osmanlı’nın sağladığı hoşgörülü ve anlayışlı yönetim sistemini çok ideal bulmaktadırlar.

Amerikalı ve Avrupalı bilim adamları, Osmanlı’nın adalet anlayışına hayranlıklarını açıklarken, aslında, Kuran’da bildirilen üstün ahlakın mükemmelliğini dile getirmiş olmaktadırlar. Çünkü, Osmanlı Devleti’nin adaletten ve doğruluktan taviz vermeyen yapısının asırlar boyunca hiç değişmemesi, Kuran ahlakının bu anlayışı gerektirmesinden kaynaklanmaktadır.

www.osmanlivizyonu.imanisiteler.com


Hz. Mehdi (a.s.) Döneminde Dünya Adaletle Dolacaktır



Günümüzde insanların özlemini duydukları adalet ise, Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde bildirildiği üzere, ahir zamanda yaşanacaktır. Hz. Mehdi (as)’ın ortaya çıkışıyla birlikte yeryüzünde hüküm süren bu durum sona erecek, tüm dünyada benzeri görülmemiş bir adalet ortamı sağlanacaktır. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde, Hz. Mehdi döneminde yaşanacak olan bu adil ortam şöyle haber verilmektedir:

“…Küçükler keşke ben büyük olsaydım, büyükler de ben küçük olsaydım diye temenni ederler... İyi insanların iyiliği artar, kötülere karşı bile iyilik yapılır.” (Ahir zaman Mehdisinin Elametleri, Celalettin Suyuti, sf. 14.)

“Yeryüzü, zulüm ve işkence yerine adaletle dolacaktır.” (Ebu Davud. Tirmizi.Büyük Fitne Mesih Deccal, Saim Güngör, Pamuk Yayınları, s. 80, Ebu Davud ve Tırmizi / Büyük Hadis Külliyatı, Rudani 5.Cilt, sf. 365).

“…Dünya adalet ve hakların yerini bulması ile dolar...” (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, sf. 20.)

“Adalet o kadar bol olacak ki, zorla alınan her mal sahibine geri verildiği gibi, bir insanın başkasına ait olup da, dişinde kalmış birşey bile sahibine iade edilecektir... Yeryüzü emniyetle dolacak ve hatta birkaç kadın, yanlarında hiç erkek olmaksızın, rahatlıkla, Hacca gidecektir.” (Sahih-i Müslim, 11/351).

Hadislerde de vurgulandığı üzere dünya genelinde Kuran ahlakının hakim olacağı bu dönemde adalet, inananlar tarafından tam anlamıyla yaşanacaktır. Tüm insanların her türlü imkandan faydalanması sağlanacak, isteyene istedikleri misliyle verilecek, ihtiyaç içinde olan korunup gözetilecektir. Hiçbir insanın haksızlığa uğramasına, emeğinin karşılığını almamasına, sefalet içinde yaşamasına, geçim sıkıntısı çekmesine izin verilmeyecektir. Allah’ın izniyle haksızlık ve zulüm tamamen ortadan kalkacaktır. 

Masaüstü Görünümü