Harun Yahya

İçinde Bulunduğumuz Mehdiyet Çağı Kutuplaşma Değil Birleşme Zamanıdır


Toplumun kutuplaşmasında bazı çevreler tarafından hangi yöntemler kullanılır?

Kutuplaşmanın getirdiği gerilimden kurtulmanın çözümü nedir?

İnsanlar arasındaki fikir ayrılıkları yüzünden toplumlar içinde tarih boyunca çeşitli kutuplaşmalar meydana gelmiştir. Bu kutuplaşmalar çoğu zaman nesiller, hatta çağlar boyu sürmüş; birçoğunun sonucu çatışmalara, savaşlara kadar uzanmış; hatta soykırım ve kitle katliamlarına dahi yol açmıştır.

Zihniyet hep aynı olmuştur: “Benim fikrimi, tarzımı, bakış açımı, dünya görüşümü kabul ediyorsan bendensin, kabul etmiyorsan benimle birarada yaşayamazsın.” Hatta bazıları daha da ileri gidip radikal bir yaklaşım göstermiş ve karşıt fikirlerin “... yeryüzünden silinmesi” gerektiğini bile söyleyebilmişlerdir.

Elbette ki burada kastedilen kutuplaşma, toplumda –demokrasinin gereği olan– farklı görüş ve düşüncelere sahip insanların var olması değildir. Kutuplaşma, bu farklı görüşlere sahip insanların zıt uçlarda birbirleri aleyhine nefret, kavga ve düşmanlığa varan bir cepheleşmeye girmeleridir.

Dünya gündemini sürekli olarak meşgul eden kutuplaşma konuları arasında belli başlı örnekler şunlardır:

Katolik–Protestan;

Sünni–Şii;

Türk–Kürt;

İsrail–Filistin;

Komünizm–Kapitalizm;




Sağcı–Solcu;



İnançlı–İnançsız;

Çevreci–Sanayici;

İktidar–Muhalefet;

A Partisi–B Partisi;

A Takımı–B Takımı;

Genç Nesil–Yaşlı Nesil;

Zenci–Beyaz;

Zengin–Fakir;

İşçi–İşveren;

ABD–Rusya;

Ana Dil–Yabancı Dil...

Tabi bu listeyi sayfalarca uzatmak mümkündür.

Katolikler, Protestanları Hristiyanlığı aslından uzaklaştıran kimseler olarak görürken Protestanlar da Katolikleri Kutsal Kitabı çarpıtıp belli kesimlerin çıkarları doğrultusunda “ruhbanlığı” sözde bir dini kurum olarak uyduran bir mezhep olarak tanımlarlar.

Sünniler ve Şiilerin her ikisi de İslam dinini en doğru kendisinin yorumladığını iddia eder ve sözde diğerinin yanlış, sapkın bir yolda olduğunu savunur.

 Bir kısım bölücü mihraklar, Türk ve Kürtlerin etnik özelliklerini kullanarak toplumu iki karşıt gruba ayrıştırmayı yani kutuplaştırmayı hedeflemektedir.

 İsrail ve Filistin halklarının önemli bir bölümü bugün yaşadıkları toprakların gerçek sahiplerinin kendileri olduklarına, diğerlerinin ise oradan sürülüp çıkarılması hatta yok edilmesi gerektiğine inanırlar.

Komünistler ve kapitalistler insanlığa mutluluk ve refah getirecek olanın yalnızca kendi ideolojileri olduğunu, diğer görüşün ise tam aksine insanları felaketlere sürükleyeceğini savunurlar. Sağcı ve solcu kutuplaşmasında da aynı mantık geçerlidir.

 İnançlı ve inançsız insanların bir bölümü, birbirlerinin yeryüzünde varlığına bile tahammül edemeyecek derecede bir fanatizm içinde karşıt kutuplarda yer alırlar.

Bir kısım çevreciler sanayicileri doğa katili olarak görürken, bir kısım sanayiciler de çevrecileri teknoloji, kalkınma ve ilerleme karşıtı olarak değerlendirir.

İktidar - muhalefet ilişkilerinde de özellikle muhalefet, büyük çoğunlukla hemen her konuda karşı tarafı yanlış ve haksız göstermeye, karşı tarafın tam zıttı görüşü savunmaya özen göstererek farklı bir kutbun temsilciliğini yapar. Birçok siyasi partinin tutumu da aynı şekildedir.

Genç nesilden bazıları yaşlıların çağdışı, modası geçmiş, geçerliliği kalmamış görüşleri savunduğunu düşünürken, kimi yaşlılar da gençleri tecrübesiz, akılsız, kendileri olmadan doğruları bulabilmekten aciz insanlar olarak görebilmektedir.

Beyazların bir kısmı zencileri sözde alt sınıf, aşağı bir ırk olarak tanımlarken, zencilerin bir bölümü de tüm beyazları sözde ırkçı, adaletsiz, sömürü yanlısı olarak suçlayarak ırkçı ayrımcılığın ve kutuplaşmanın temelini atarlar.

 Bazı zenginler fakirleri kendi sosyal çevrelerinde ve yaşam alanlarında görmek dahi istemedikleri ikinci sınıf insanlar olarak sayarken, kimi fakirler de dürüst ya da sahtekar, ahlaklı ya da ahlaksız ayrımı yapmadan tüm zenginleri önyargılı biçimde “hırsız”, “hak yiyen”, “adaletsiz” kimseler olarak damgalarlar. Bir kısım işçi ve işveren ilişkileri de aynı zihniyete dayanır ve bunun sonucunda sınıf kavgaları ortaya çıkar.

ABD ve Rusya arasında yüzyıla yakın süredir devam eden global süper güç olma rekabeti dünya çapındaki en büyük kutuplaşmalardan birini doğurmuştur. Öyle ki bu, çoğu zaman dünya barışını tehlikeye sokacak hatta tüm dünyayı yok edecek derecede korkunç sonuçlara yol açabilecek bir kutuplaşma olmuştur...

En belirgin örneği Türkiye’de görüldüğü gibi, aynı ülkede yaşayan farklı etnik kökenlere sahip toplumların konuştukları ana dil gibi bir konu bile çeşitli çıkar odaklarının provokasyonlarıyla ciddi bir bölücü kutuplaşma unsuru haline dönüştürülebilmektedir.

Kuran ahlakı insanların barış, huzur ve güvenlik içinde yaşamalarını öngörür. Kuran’da gösterilen hedef, her inançtan ve milletten tüm insanların güvenlik içinde yaşayabilecekleri bir ortam meydana getirebilmektir. Yeryüzünün düzene girmesi ise ancak din ahlakının yaşanması ve insanların vicdanlarına göre hareket etmesi ile mümkündür. Ayette şu şekilde buyrulur:

“Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O’na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.” (Araf Suresi, 56)

Kutuplaşma Şeytanın Oyunudur

“Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.” (İsra Suresi, 53) ayetinde bildirildiği gibi şeytan insanları kutuplaştırmak yani aralarında kin, nefret ve düşmanlığı besleyerek onları zıt uçlarda karşı karşıya getirmek için çeşitli taktikler kullanır. İnsanları birbirine düşürmek; birlik ve düzeni bozmak, bölmek, parçalamak; fitne ve kargaşa çıkarmak; kavga, çatışma ve savaşları körükleyip kan dökmek için yer, zaman, ortam ve koşullara göre çeşit çeşit teknik ve hileler kullanır. Bunlardan bazıları şunlardır: 

Toplumsal Hipnozla Şiddet Eylemlerinin Desteklenmesi: Dünya çapında açıkça görüldüğü üzere provokasyonlardan etkilenen bazı kişiler adeta toplu bir hipnozun etkisi altına girmiş gibi hareket edebilirler. Neye hizmet ettiklerini dahi bilmeden, ülkelerine ve insanlığa nasıl zarar verdiklerini düşünmeden ‘uydum kalabalığa’ diyerek sokaklara dökülebilirler.

Dünyanın pek çok bölgesinde bazı kişiler tarafından kargaşa, nefret, vahşet, saldırganlık içeren insanlık dışı eylemler güzel gösterilir ve büyük bir erdemmiş gibi körüklenir. Aklı selim olması ve milleti kargaşadan çekip çıkarması beklenen bazı kişiler de sokağa dökülüp onlara destek verir. Sokağa çıkamayanlar ise, özellikle günümüzde dünya çapında çok kullanılan sosyal medyadan neredeyse 24 saat aralıksız yaptıkları paylaşımlarla, bu hipnozun etkisini alabildiğine artırabilmek için çeşitli yollara başvururlar.

İnsanlar toplumsal hipnozun etkisi altında iken, onlarla konuşabilmek, mantık örgülerine etki edebilmek genellikle mümkün olmaz. Oysaki çok büyük olasılıkla, bu kişiler de zaman geçtiğinde dönüp geriye baktıklarında yapılan hataları, verilen zararı çok net olarak göreceklerdir. 

Gerçek Dışı Bilgi ve Yalanlarla Halkın “Organize Bir Şekilde” Provoke Edilmesi: Bu yöntemde profesyonelce hazırlanmış gerçek dışı söylemler çeşitli yöntemlerle  hızla yaygınlaştırılır. Aslında dikkatli bir bakışla hemen fark edilen, akıl ve mantıkla bağdaşmayan, ucuz ve basit yalanlar içeren ancak bazı insanları ilk anda rahatça ajite edecek provokatif söylentilerle geniş halk kitleleri sokaklara taşınır. Dünyanın pek çok yerinde bu yalan haberlerin tamamı daha sonradan bazı basın organları da kullanılarak yaygınlaştırılmaya çalışılır. Tüm bunlar kutuplaşmayı ve toplumsal şiddeti daha da körükler.

Müslüman Dünyasının İç Savaşa Sürüklenmesi: Müslüman ülkelerde iç savaş çıkmasını, hatta bu savaşın büyüyüp bölgeye yayılmasını isteyen, ve kazanan bir tarafın da olmasını istemeyen “karanlık 3. eller”, menfur terör saldırıları organize etmeye başlarlar. Bu saldırılarda bazı gizli servislerin on yıllardır desteklediği dünya çapında birçok radikal grubun da imzasının olduğu” yönündeki bilgiler kamuoyuna iletilir. Dolayısıyla da Müslüman ülkelerdeki gerek mezhepsel gerekse ülkeler arası savaşlar körüklenmiş olur.

Bazı Batılı güçler ise Ortadoğu’da dinler arası savaşa, yani Armagedon Savaşı’na zemin hazırlamak isteyebilmektedirler. Bunun için de Müslüman ülkelerde acımasız diktatörleri desteklemek de kullanılan kutuplaştırma yöntemlerinden biridir. Çünkü yerel halk birbirleriyle savaşırken bazı Batılı güç odakları için daha az tehlikeli olur. Yerel odaklı olmaları birinden birinin galip gelmesini ve böylelikle çok daha büyük bir tehlike oluşturmasını engeller. Batılı güçler çatışmayı uzatmak amacıyla kaybeden tarafa yardım ederek bu ülkeleri çıkmaza doğru sürükler. Bu şekilde bazı Batılı “insaniyetten uzak stratejistler”, Şii, Sünni, Nusayri, Alevi, Fars, Türk, Kürt, Arap ayrımı yapmadan tüm Müslümanların yok olmasını isteyen politikalar güderler.

Etnik Ayrılıkların Körüklenmesi: Her toplumda pek çok farklı etnik kökene mensup insan vardır. Elbette bunların kendi aralarında kendi kültürlerini yaşamaları, kendi ana dillerini konuşmaları, kendi beğendikleri isimleri kullanmaları son derece doğal bir durumdur. Ancak tüm bu etnik unsurları bünyesinde toplayan ve hepsinin ortak ülkü ve tarihinin sonucu olan millet ve devlet kavramlarının bekası için ortak bir dil olması gerektiği açıktır. Bir ülkenin insanlarının birbirlerini anlamaları ve iletişim halinde olmaları için en pratik çözüm ortak bir resmi dil olmasıdır. Bu da halkın, hangi etnik kökene sahip olursa olsun çoğunluğunun kullandığı, konuşup anlaştığı dil olmalıdır. Fakat etnik ayrılığı körüklemek için ortada kesinlikle bir üstünlük iddiası olmadığı halde farklı etnik dillerin resmi ve eğitim dili olarak kullanılmasının istenmesi, bunun gurur meselesi yapılması ve ayrımcı bir unsur haline getirilmesi kutuplaşmayı teşvik eder. Oysa etnik dillerin resmi dil ve eğitim dili haline getirilmesi durumunda en büyük zararı görecek yine etnik azınlıklar olacaktır. Böyle bir uygulama olduğu takdirde, azınlık durumundaki vatandaşlar toplumun büyük kesimiyle iletişim kuramayacak, anlaşamayacak, derdini anlatamayacak, kendi ülkelerinin farklı bölgelerine gittiklerinde yabancı psikolojisi yaşayacak ve kendi ülkesinde izole, başkalaşmış bir konuma gireceklerdir. Burada anlatılan kutuplaşma yöntemleri dikkatli ve sağduyulu şekilde değerlendirildiğinde gerçekte hiçbir akılcı dayanağı olmadığı, tamamen duygusal, sevgisiz, saldırgan, düşüncesiz bakış açılarının ürünü olduğu rahatlıkla görülür.

Kutuplaşmaların Son Bulmasının Tek Çözümü Hz. Mehdi (a.s)’dır.

Kutuplaşmalar ancak taraflar arasındaki inatçılık, öfke, nefret, saldırganlık gibi negatif duyguların, yerlerini saygı, sevgi, şefkat, anlayış, alttan alma, affedicilik, dostluk ve kardeşlik duyguları gibi üstün ahlaki vasıflara bırakması ile ortadan kalkabilir. Ahlak özelliklerini ise bize en doğru, en kusursuz ve eksiksiz olarak açıklayan kaynak, Yüce Kitabımız Kuran-ı Kerim’dir. Dolayısıyla toplumsal sorunların çözümünde İslam ahlakını insanların kalbinde yerleşik kılma dışında hiçbir gerçek çözüm yoktur. Nitekim, bugüne kadar siyasi, sosyal ya da teknik çözümlerin hiçbir kalıcı sonuç vermediği defalarca denenmiş ve görülmüştür.

Resulullah (s.a.v.)’in ahir zamanda müjdelediği Hz. Mehdi (a.s.)’ın gelmesiyle birlikte tüm dünyada Kuran ahlakı hakim olacak ve kutuplaşma gibi yüzyıllardır toplumlara bela olmuş suni sorunlar Allah’ın izniyle ortadan kalkacaktır. Peygamberimiz (s.a.v.)’den rivayet edilen hadislerde bu önemli gerçek kesin olarak haber verilmiştir:

İnsanlar, bal arılarının beyleri etrafında toplanması gibi, Hz. Mehdi (a.s.)’ın çevresinde toplanırlar. (Hz. Mehdi (a.s.)) Daha önce zulümle dolu olan dünyayı, adaletle doldurur. Adaleti o denli olur ki, uykuda olan bir kimse dahi uyandırılmaz ve BİR DAMLA KAN BİLE AKITILMAZ. Dünya, adeta asrı saadet devrine geri döner. (El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 29 ve 48)

Hz. Mehdi (a.s.), Peygamber (s.a.v.)’in yolunda gidecek, uyuyan kişiyi uyandırmayacak, KAN DA AKITILMAYACAKTIR. (Muhammed B. Resul Al-Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, Pamuk Yayınları, Kıyamet Alametleri, s. 163)

(Hz. Mehdi (a.s.)) Zamanında ne bir kimse uykusundan uyandırılacak, NE DE BİR KİMSENİN BURNU KANAYACAKTIR. (El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 44)

Ona (Hz. Mehdi (a.s.)’a) biat edenler, (Kabe civarındaki) rükun ve makam arasında biat ederler. Uyuyanı uyandırmaz, ASLA KAN DÖKMEZLER. (El-Heytemî, El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 24)

Bu (Emir) de (Hz. Mehdi (a.s.)) insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi YERYÜZÜNÜ ADALETLE DOLDURACAKTIR. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/348)

Zulüm ve fıskla dolu olan DÜNYA, O (HZ. MEHDİ (A.S.)) GELDİKTEN SONRA ADALETLE DOLUP TAŞACAKTIR. (El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 20)

HZ. MEHDİ (A.S.)’IN ZAMANINDA ADALET O KADAR BOL OLACAK Kİ, zorla alınan her mal sahibine geri iade edilecektir. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 23)

ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)’IN) ADALETİ HER YERİ KAPLAYACAK ve insanlar arasında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnet-i seniyyesi ile muamele edecektir. Hatta birisinden, mala ihtiyacı olan kim varsa çağırmasını söyleyecek, o kişi emrini yerine getirdiğinde, sadece bir kişi gelecektir. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 20)

Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden başka vakit kalmamış da olsa Allah benim Ehl-i Beyt’imden bir zatı (Hz. Mehdi (a.s.)’ı) gönderecek yeryüzü zulümle dolduğu gibi, O YERYÜZÜNÜ ADALETLE DOLDURACAK. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92)

Hz. Mehdi (a.s.) bendendir, yeryüzü zulüm ve işkence ile dolduğu gibi,ONU DOĞRULUK VE ADALETLE DOLDURUR. (Süneni-i Ebu Davud, 5/93)

Kap su ile dolduğu gibi YERYÜZÜ BARIŞLA DOLACAKTIR. Hiçbir kimse arasında bir DÜŞMANLIK KALMAYACAKTIR. VE BÜTÜN DÜŞMANLIKLAR, BOĞUŞMALAR, HASETLEŞMELER MUHAKKAK KAYBOLUP GİDECEKTİR. (Sahih-i Müslim, 1/136)

... Cenab-ı Hak İslam’ı nasıl bizimle başlatmışsa onunla (Hz. Mehdi (a.s.) ile) sona erdirecektir. Nasıl, bizimle onlar aralarındaki ŞİRK VE ADAVETTEN (HUSUMET VE DÜŞMANLIKTAN) KURTULMUŞ VE KALPLERİNE ÜLFET (DOSTLUK) VE MUHABBET (SEVGİ) YERLEŞMİŞSE, (HZ. MEHDİ (A.S.) GELİŞİ İLE) YİNE ÖYLE OLACAKTIR. (Ahir Zaman Mehdisi’nin Alametleri, Celalettin Suyuti, s. 20)

... ONUN (HZ. MEHDİ (A.S.)) DÖNEMİNDE İYİ İNSANLARIN İYİLİĞİ ARTAR, KÖTÜLERE KARŞI BİLE İYİLİK YAPILIR.” (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 17)

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den rivayet edilen hadislerin açıkça gösterdiği gibi, Hz. Mehdi (a.s.) döneminde yeryüzünde tam bir barış hakim olacak, sevgi ve şefkat gerçek anlamda yaşanacaktır. Bütün Müslümanlar, Museviler ve Hıristiyanlar rahatlık, huzur ve barış içinde yaşayacaklardır. Hz. İsa Mesih (a.s.) döneminde de aynı huzur, bereket ve barış ortamı devam edecek, onun döneminde ona inanmayan tek bir kişi bile kalmayacak, bütün dünya iman edip Müslüman olacaktır. Cenab-ı Allah ayetiyle bunu bildirmiştir:

“Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona (Hz. İsa (a.s.)’a) inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahid olacaktır.” (Nisa Suresi, 159)

Şeytan Bozgunculuğu ve Kutuplaşmayı Teşvik Eder

Deccali sistemin insanlara en büyük zarar veren yönü bu sistemin yeryüzünde bozgunculuk çıkarma, huzur ve düzen bırakmama üzerine kurulu olmasıdır. Şeytanın da temel vasfı bozgunculuk çıkarabilmek için şiddet, terör ve anarşiyi körüklemesidir. Bozgunculuk çıkarmak çok geniş bir kavramdır. İnsanların huzurunu kaçıran, güvenlik ve barış ortamını bozan her unsur bozgunculuktur. İki ülke arasında hiçbir haklı gerekçesi olmadan yaşanan savaşlar, bir toplum içerisinde suni nedenlerle meydana gelen iç çatışmalar, masum ve sivil insanları hedef alan terörist saldırılar, günlük hayatta karşılaşılan bireysel şiddet olayları, bozgunculuğun örnekleri arasında sayılabilir. Bu dönemde, gün geçtikçe sayısı artan ve yayılan savaşlar, çatışmalar ve kargaşa şeytanın bozgunculuğunun boyutlarını göstermesi açısından dikkat çekicidir.

Bozgunculuk Kuran’da dikkat çekilen ve insanların sakınması gereken tehlikelerden birisidir. Allah insanlara bozgunculuk çıkarmayı yasaklamış ve bozguncuları sevmediğini bildirmiştir. İnkarcıların yeryüzünde sürekli bozgunculuk çıkarmaya, savaş, çatışma ve karmaşa ortamı meydana getirmeye çalışmaları bir ayette şu şekilde belirtilmektedir:

“... Biz de onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kin saldık. Onlar ne zaman savaş amacıyla bir ateş alevlendirdilerse Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa çalışırlar. Allah ise bozguncuları sevmez.” (Maide Suresi, 64)

Görüldüğü gibi ayette bu insanların yeryüzünde sürekli bir savaş çıkarma girişimleri olduğuna dikkat çekilmiştir. Savaş, çatışma, terör, anarşi gibi kan dökme eylemleri şeytanın en çok başvurduğu yöntemlerdir. Bir başka ayette bu şeytani zihniyet şu şekilde bildirilmektedir:

“Ki (bunlar) Allah’ın ahdini, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar, Allah’ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kayba uğrayanlar, işte bunlardır.” (Bakara Suresi, 27)




 

Masaüstü Görünümü