Harun Yahya

Düğüm bu sefer çözülecek mi?






 

Osmanlı yıkılıp yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda yeni devlet eskiden kalma birçok sorunu önünde buldu. Borçlar, kapitülasyonlar, azınlıkların hakları, Antakya ve boğazların durumu bu sorunlardan sadece birkaçıydı. Genç cumhuriyet bunların birçoğunu kısa sürede çözdü. Ancak bir sorun var ki Türkiye Cumhuriyeti hala onunla boğuşuyor. Belki de Osmanlı’dan miras kalan ve çözüme ulaşamayan en eski sorun bu: Kıbrıs.

 

Ada 1878 yılında İngiltere’ye kiralandığından beri Kıbrıs uluslararası politikada tam bir kördüğüm niteliğinde oldu hep. Şimdi bu kördüğümü çözmek için yeni aktörler yeni parametreler ile gündemde. 2004 yılında çözüme çok yaklaşılmış ancak yapılan referandumda adadaki Rumların hayır demesi ile düğüm bir kere daha çözülememişti.

 

Şimdilerde pek çok kişi bu sonucun ortaya çıkmasından Avrupa Birliği’ni sorumlu tutuyor. Eğer adanın AB’ye üyeliği, çözüm sonrasına bırakılmış olsaydı muhtemelen sonuç çok daha farklı olurdu. Referanduma hayır diyen Rumlar AB üyeliği ile ödüllendirilirken, evet demelerine karşın Türkler adeta cezalandırıldılar. Nisan 2004’te o zamanlar ekonomik durumu oldukça zayıf olan kuzeyin durumunu iyileştirmek için AB Bakanlar Konseyi, Avrupa Komisyonu’ndan kapsamlı bir proje istemişti. Komisyon bir mali yardım paketi ile birlikte kuzeye doğrudan ticarete imkân tanıyan plan hazırladı. Ancak planı Rumlar reddedince AB Bakanlar Konseyi, 27 Şubat 2006 tarihinde paketin doğrudan ticaret bölümünü çıkararak,  sadece mali yardım bölümünü kabul etti. Yani Türk kesiminin ticaret ambargosu zorla devam ettiriliyordu. 

 

Ancak şimdi durum 8-10 yıl öncesine göre çok farklı. Kıbrıs Rum kesimi, Yunanistan ile birlikte AB’nin diğer ülkelerinde süren ekonomik kriz, hesapları çok değiştirmiş görünüyor. Avrupa Birliği Komisyonu’nun parasal işlerden sorumlu üyesi Olli Rehn’in demeci bunu gösteriyor. Rehn demecinde Kıbrıs’ın birleşmesinin adanın ekonomik durumunu güçlendireceğini vurgulamıştı.  Bu aslında “AB, Rumları krizden kurtarmanın faturasını tümden üstlenmek istemiyor”  demekten başka bir şey değil. Türkiye bölgenin en büyük pazarı. Ancak Kıbrıslı Rumlar daha önce anlaşmadan kaçmış oldukları için bundan istifade edemiyor, hatta gemilerini Türk limanlarına sokamıyorlar bile. Üstelik Türk girişimcileri dinamik ve güçlü; eğer Rum kesiminde yatırım yaparlarsa krizin olumsuz etkilerini hafifletebilirler.  Eğer adada birleşme sağlanırsa, AB, Rumları 10 milyar Euro’dan daha az bir maliyetle kurtarabilecek. 

 

Ada barışında çok şeyi değiştirecek iki yeni ve hayati faktör ise doğalgaz ve su. Adanın Güneyinde “Afrodit” adlı 12. parselde zengin doğalgaz yatakları mevcut. Bunların çıkarılıp pazarlanabilmesi durumunda Rumların krizden çok kolay bir biçimde çıkmaları mümkün. Ancak doğalgazın nasıl nakledileceği büyük bir sorun. Gaz, boru hattı ile Girit’e oradan Yunanistan üzerinden Avrupa’ya aktarılabilir. Ancak bu proje oldukça masraflı ve Rumların böyle bir projeyi hayatı geçirmesi ekonomik olarak imkânsız. İzlenmesi gereken en makul ve mümkün güzergah ise, doğal gazın Doğu Akdeniz’deki boru hattıyla Türkiye’ye, oradan da Avrupa’ya taşınması.

 

Türkiye’ye uzanan boru hattını daha tercih edilir hale getiren başka bir doğal gaz yatağı daha var: İsrail’in münhasır ekonomik bölgesinde kalan “Leviathan” parseli. İsrail’in, doğalgazını boru hattı olmadan sıvılaştırıp tankerlerle satması mümkün. Ne var ki sıvılaştırılmış gazı taşıyacak tankerlerin güvenliği İsrail’e epey pahalıya patlayabilir. Zira Lübnan Hizbullah’ı, İsrail’in Lübnan doğalgazını ‘çaldığı’ görüşünde. İsrail’den kalkan tankerlere saldırı yapılması olasılığı çok yüksek. İsrail’in Deniz Kuvvetleri, hava ve kara kuvvetlerine nazaran çok zayıf.

 

İsrail donanmasının Planlama Başkanı Yüzbaşı İlan Lavi’ne göre tanker seçeneğinin hayata geçebilmesi için İsrail’in donanmasına 700 milyon dolar tutarında bir yatırım yapması gerekiyor. Üstelik buna ek olarak her sene 100 milyon dolar harcaması gerekiyor.  Bu şartlar altında hem Güney Kıbrıs, hem İsrail için ekonomik seçenek, Kıbrıs Adası'ndan geçip Türkiye’ye uzanan bir boru hattı. En son Ukrayna’da gerçekleşen kriz ve bu kriz sonrasında gerilen Rusya-AB ilişkileri neticesinde Türkiye hattının AB için de öneminin yüksek oranda arttığını hatırlatalım. Bu hattın, maliyetleri dörtte bir oranında düşüreceği hesaplanıyor. Bu projenin hayat bulması için tek şart var: Kıbrıs’ta kapsamlı bir barış.

 

Türkiye, yaptığı 80 km’lik boru hattı ile KKTC’ye su taşıma hazırlığında. Proje tamamlandığında kuzeyin 50 yıllık su ihtiyacı karşılanacak. İçme suyu sorunu çözüldüğü gibi kuraklıktan verimli kullanılamayan Meserya Ovası’nda 4824 hektarlık bir alan da tarıma açılacak. Rum kesiminde ise büyük bir su sıkıntısı var. Kıbrıs’ta çözüme gidilmesi durumunda Rumların da bu sudan istifade etmesinin önü otomatik olarak açılmış olacak.

 

Çözüm AB, Rum Kesimi ve İsrail için ekonomik olarak avantajlar getirecek. Peki, Türkiye ekonomik çıkar beklentisiyle çözüm planını her hâlükârda desteklemeli mi? Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki politikası, her zaman olduğu gibi Kuzey Kıbrıslı Türklerin güvenliğini öncelikli amaç olarak belirlemek, Kuzey Kıbrıs’ın Rum egemenliği altına alınmasına karşı çıkmak ve KKTC yönetimine destek olmak şeklinde oldu hep. Söz konusu şartlar halen Türkiye ve KKTC hükümetlerinin en büyük şartı. Bağımsız bir meclis, ayrı bir yargı ve savunma sistemine sahip Türkiye’nin garantörlüğünde bir Kuzey Kıbrıs’ın varlığı garanti altına alındığı müddetçe federasyon mümkün. Elbette federasyon başkanlığı, Kuzey Kıbrıs Meclis’inin de açıkça belirttiği gibi çoğunluğa göre değil dönüşümlü olmalı. Bu şartların sağlanması ile zaten kardeş olan bu iki milletin her zamankinden daha yakın ilişkiler içinde, zenginlik ve refah ile yaşamamaları için hiçbir sebep yok. Bu, adaya güzellik ve daha fazla huzur getirir. 

 

Adada Türk tarafını egemenlik altına alan, dezavantajlı duruma düşüren ve dahası güvenliğini riske eden çözümlere itibar edilmesi kuşkusuz ki mümkün değildir. Bu garantilerin sağlandığı ve bu şartlara itibar edilen bir çözüm ise elbette ki mümkündür. Kıbrıs’ta bütünlük ve birlik, İsrail-Türkiye ilişkilerinin iyileşmesi kuşkusuz ki büyük avantajların ve gelişmelerin yolunu açacaktır. Fakat bunun ötesinde asıl ayakta tutmamız gereken kardeşliktir. Türk ve Rum halkı, tüm sorunlarına rağmen yıllarca kardeşlik içinde yaşamıştır. Bunu sabit temeller üzerine oturtmak ve güçlü kılmak adına, birlik süreçlerinin büyük önemi vardır. Dileğimiz odur ki, bu süreç böyle güçlü bir birlik ve beraberliğin adımı olsun. 

 


Adnan Oktar'ın Arab News'de yayınlanan yazısı:

 

http://www.arabnews.com/news/561306


 

Masaüstü Görünümü