Harun Yahya

Radikalizmle mücadelede kalitenin önemi




 

2014 yılını oldukça hareketli geçiren Türkiye, Ağustos başında cumhurbaşkanı, aynı ayın ikinci yarısında ise yeni başbakanı ile buluştu. Oldukça değerli bir siyaset adamı olan Ahmet Davutoğlu, önümüzdeki 4 yıl için artık Türkiye’nin yeni başbakanı.

Dışişleri bakanı olarak göreve ilk geldiği yıllarda “komşularla sıfır sorun” ilkesiyle ön plana çıkmış olan Davutoğlu, bu hedefini ilk yıllarda oldukça etkili bir şekilde göstermişti. Türkiye, değişim içindeki Ortadoğu için model ülke olarak kabul ediliyor, doğuda Rusya, batıda ise AB ve ABD ile ilişkilerini güçlendiriyordu. Türkiye bu dönemde, Atlantik, Afrika, doğu Asya ve Pasifik, Latin Amerika ülkeleri gibi sayısız ülke ile işbirliği içine girmiş, dünyanın her yanında her birliğin üyesi haline gelmişti. Türkiye’nin komşu ülkelerle son yıllarda sarsılan ilişkilerini bazı yazarlar “başarısızlık” olarak nitelendirse de, aslında burada suç ne tümüyle Türkiye’ye ne de Türk dış siyasetine yüklenebilirdi. Değişen dengeler Türkiye’nin de karşısına ağır bir fatura bırakmıştı. Dolayısıyla ne tümüyle öngörülebilir, ne de çözüm alınabilirdi.

Geçtiğimiz hafta, başbakan olarak isminin açıklanmasından sonra yaptığı konuşmada Davutoğlu şunları söyledi: “12 yıl önce 'hasta adam' muamelesi gören bir ülke ayakları üzerinde yükselmiş, birçok yerde büyük sıkıntılarla karşılaşan bir millet tarihi misyonunu hatırlamış ve kutlu bir yürüyüşe çıkmıştır.” Bu ifadeler bir devrin anlaşılabilmesi için önemlidir. Gerçek anlamda güçsüz ve dışa bağımlı Türkiye’nin bugün geldiği durum tartışmasız takdire şayandır. Sn. Davutoğlu, milletin “tarihi misyonunu hatırlayarak, kutlu bir yürüyüşe çıktığını” belirtirken önemli bir noktaya işaret etmektedir. Türkiye’nin tarihi bir misyonu ve önemli bir görevi vardır. Bu görev, sadece kendi halkına değil, tüm halklara sahip çıkmak; Ortadoğu’ya güvenliği getirebilmektir.

Önümüzdeki günlerde Sn. Davutoğlu, yeni kabine ve yeni bakanlarla yeni bir döneme doğru adım atacak. Kimse, çok sürpriz bir kabine beklemiyor. Ama bir kısım değişikliklerin olacağı aşikar. Eğer Türkiye, özellikle Ortadoğu’ya model olma misyonunu sürdürecekse bu değişiklikler ve Türkiye’deki ileriye yönelik reformlar, tüm coğrafyayı kapsamalı.

İşte bu nedenle Ortadoğu’nun önemli bir ihtiyacı olan “kalite bakanlığı” bir ilk olarak Türkiye’de uygulamaya konulmalı.

Osmanlı’nın ve Ortadoğu’da köklü uygarlıkları içine alan coğrafyanın üstün bir kalite anlayışı vardı. Fakat bu uygarlıkların yıkılışı, sanat ve estetikten uzak mimarileri, beton soğuk binaları, ruhsuz bir şehirleşmeyi beraberinde getirdi. Giyim, üslup, davranış ve saygı gibi insanlığın göstergesi pek çok değer gitgide anlamsızlaştı. Bakımsızlık, pejmürdelik ve özensizlik kalitenin önüne geçti. Bağnaz bir din anlayışının yaygınlaşması toplumları sanat ve bilimden soğuttu. Bu anlayışın bir tezahürü olarak kadın değersiz ve önemsiz görülmeye başlandı. Dolayısıyla kadını öteleyen toplumların düştüğü bela, Ortadoğu’yu da sardı. Nezaket yerini öfke ve şiddete bıraktı. Oluşan öfkeli toplumlar sevgi ve özeni bir kenara bırakıp kavga etmeye başladılar. Güzellik meydana getirmektense, yakıp yıkmayı evla gördüler. Din adına koyu taassup, beraberinde baskıcı ve kısıtlayıcı toplumların da temelini attı. Özgürlükler yok edildi; kavruk, mutsuz, estetik yerine ihtiyaç ve çıkar peşinde koşan toplumlar meydana geldi. Ortadoğu’da elbette bu ezberi bozan ve kaliteden zevk alan üstün anlayışta insanlar var. Fakat ne yazıktır ki, çoğunluk değiller.

Oysa bir ülke için kalite çok hayati bir konudur. Kaliteye önem verilmesi yine eğitimle mümkün olur. Bunun için bu eğitimi verip tavır, sanat, bilim, şehir düzenlemesi gibi hayatın her alanında kalite artırımını hedefleyecek bir bakanlığın bulunması elzemdir.

Eğer bir ülkede kalite artırma azmi olmazsa, sevginin inşası zordur. Kalite olmadığında siyasetin de bir değeri kalmaz. Batının, bir kısım Ortadoğu halklarının yaşadıkları trajedileri görmezden gelmesinin veya Ortadoğu’daki ölümleri sadece bir istatistik olarak algılamasının temel sebeplerinden biri budur.

Kalite akıl kullanmaktır; para harcamak değildir. Parası olmayan bir insan da küçük bir yer sofrasında mükemmel bir sanat ve özeni yaratabilir. Kalite, geçmişi ve gelenekleri terk etmek demek değildir. Tarihin, folklorun ve yerel olanın kalitesiz olduğunu düşünmek yanlış bir batı özentiliği düşüncesinden kaynaklanır. Batı, elbette örnek alınması gereken son derece kaliteli unsurlar taşır; fakat kalite bir ülkenin kendi kültüründe de vardır. Dolayısıyla, kaynağı neresi olursa olsun, kaliteli olanı seçmek ve uygulamak esastır.

Türkiye açısından baktığımızda, Türkiye’nin her bölgesinde olmasa da belli alanlarında kalite sorunu olduğu açıktır. Türkiye’nin uzun zamandır dahil olmaya çalıştığı Avrupa Birliği’nin kalitesizlik fobisini de bu noktada iyi anlamak ve buna hak vermek gerekmektedir. Avrupa Birliği ülkeleri, pek çok alanda kaliteyi ana unsur olarak belirlemiş ve tüm sistemlerini buna göre inşa etmiştir. Bu nedenledir ki, başta insana, ardından sanat, estetik, nezaket, medeniyet, kadın, özgürlük ve demokrasiye verilen önem Ortadoğu’dakinden çok farklıdır.

Türkiye’de kalite artırımı, ülkenin demokratik bir İslam ülkesi ve stratejik ve etik kucaklayıcı ve arabulucu olması nedeniyle önemlidir. Bu artırım, kaçınılmaz olarak bütün Ortadoğu ülkelerine sirayet edecek, hatta kalite bakanlığı projesinin diğer ülkelerde de uygulanması mevzu bahis olacaktır. Bu sebeple Türkiye’nin bu konuda öncü olması ve kabinede bu yeni bakanlığa yer açması, bu konuda yoğun bir eğitim programına geçmesi gerekmektedir. Şunu hatırlatmak gerekir ki, kalitesizlik sevgiyi yok ettiği gibi, kalite de beraberinde sevgiyi ve saygıyı getirir. Dolayısıyla kalite artırımı, Ortadoğu’da adeta bir moda haline gelmiş olan şiddeti de susturacak atılımlardan bir tanesi olacaktır.  

 

Adnan Oktar'ın Riyadh Vision ve Arab News'de yayınlanan makalesi:

 

http://www.arabnews.com/columns/news/622391

 

http://www.riyadhvision.com/?p=14731

 


Masaüstü Görünümü