Harun Yahya

Kendi Yönetim Biçimini Tayin Etmek Keşmir Halkının En Doğal Hakkıdır




Son dönemde Keşmir bölgesinde Pakistan ve Hindistan sınır muhafızları arasında artarak süregiden çatışmalar ve bu esnada yaşanan can kayıpları dünya kamuoyunun gözlerini yeniden bölge üzerine çevirmesine neden oldu. Çatışmalarda her iki tarafın sınır köylerinden karşılıklı açılan ateş sonucunda 20'den fazla insan hayatını kaybetti, onlarca kişi de yaralandı.

Gerçi yakın zaman önce söz konusu çatışmaların durdurulmasına yönelik karşılıklı anlaşmaya varıldığı duyurulmuştu. Hindistan'ın başkenti Yeni Delhi'de iki ülkenin sınır muhafız birliklerinin komutanları arasında yapılan görüşmelerin ardından 2003 yılında varılan ateşkes anlaşması hükümleri çerçevesinde çatışmaların sona erdirilmesi kararı alındığı belirtilmişti.

Ancak bu tür geçici önlemler onlarca yıldır Hindistan'ın askeri işgali altında bulunan Jammu Keşmir bölgesindeki sivil halka yönelik şiddet, katliam ve insan hakları ihlallerinin sona ermesi için somut bir çözüm teşkil etmiyor.

Sorunun kökeninde Hindistan'ın 500.000'in üzerinde orantısız bir askeri güçle bölgede gerçekleştirdiği fiili işgal var. Dahası 25 yıldır yürürlükte olan Silahlı Kuvvetler Özel Yetkiler Yasası'nın (AFSPA) bu askeri güçlere özel dokunulmazlık hakkı sağlaması, on yıllardır sürmekte olan yargısız infaz, işkence, kayıp vakaları gibi binlerce insan hakları ihlalini de beraberinde getiriyor. Bilindiği gibi son 25 yılda işgal altındaki Jammu Keşmir bölgesinde 70.000'in üzerinde Keşmirli Müslüman işgal güçleri tarafından şehit edildi. Yine 1.5 milyondan fazla Keşmirli de mülteci haline getirildi.

Geçtiğimiz aylarda Keşmirli aktivistlerin bölgede yaşanan hak ihlalleri ile ilgili hazırladıkları 800 sayfalık raporda son zamanlarda meydana gelen 1080 yargısız infaz ve 172 kayıp vakası listeleniyor. Jammu Keşmir Sivil Toplum Koalisyonu Program Koordinatörü Hürrem Pervez imzasıyla yayınlanan raporda bu insanlık suçlarının zanlısı olan ordu, polis ve hükümet mensuplarının da isimleri belirtiliyor.

Hukukçu Gautam Navlakha raporun Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi ve Güvenlik Konseyi'ne de gönderildiğini ve söz konusu suistimallerin incelenmesini istediklerini ifade etti.

Uluslararası Af Örgütü de Temmuz ayında, insan hakları ihlali yapan güvenlik güçlerine adaletsiz bir dokunulmazlık hakkı sağlayan Jammu Keşmir Özel Kuvvetler Yasası'nı eleştiren bir rapor yayımlamıştı. Raporda Jammu Keşmir'de şimdiye kadar hiçbir güvenlik personelinin insan hakları ihlali suçlamasıyla sivil bir mahkemede yargılanmadığı vurgulanırken bu durumun bölgede başka suistimallere de yol açacağı belirtildi.

Hint yönetiminin bu adaletsizliği gündeme getiren kişilere yönelik uygulamaları ise endişe verici karşılanıyor. Örneğin geçtiğimiz yıl Hindistan'dan sınır dışı edilen Uluslararası Af Örgütü'nün eski çalışanlarından Christine Mehta, bunun nedeninin Hindistan ordusunun Jammu Keşmir'deki insan hakları ihlalleri ile ilgili araştırması olduğunu iddia etti.

Mehta The Hindu'da yayımlanan makalesinde, geçtiğimiz yıl tartışmalı Silahlı Kuvvetler Özel Yetkiler Yasası çerçevesinde işlenen ihlaller konusunda bir rapor yayınlamak üzereyken aniden ülkeden ayrılmasının istendiğini belirtti. (http://www.thehindu.com/opinion/op-ed/christine-mehta-writes-on-how-she-was-deported-from-india-for-her-report-on-afspa/article7375878.ece)

İşgal altındaki 95.300 kilometrekarelik Jammu Keşmir 13 milyonun üzerinde bir nüfusa sahip. Bu nüfusun yüzde 90'ını ise Müslüman halk oluşturuyor. Pakistan ve Hindistan'ın 1947 yılında İngiltere'den bağımsızlıklarını kazanmalarının ardından Keşmir halkı seçimini Pakistan'a katılmaktan yana kullanmıştı. 19 Temmuz 1947'de Keşmir Meclis'ini temsil eden "Tüm Jammu ve Keşmir Müslüman Konferansı" toplantısında Keşmir'in tarihi, kültürel ve toplumsal özellikleri nedeniyle Pakistan'a katılması kararı alınmıştı.

Ne var ki dönemin Keşmir yöneticisi mihrace Hari Singh'in ülkeyi para karşılığı Hindistan'a satıp sonra da İngiltere'ye kaçması üzerine Hindistan, Keşmir halkının tercihine rağmen bölgenin kendi parçası olduğu yönündeki politikasını günümüze kadar korudu. Hiçbir hukuki dayanağı olmayan ve halkın rızasına muhalif olarak sürdürülen bu politika nedeniyle Pakistan ve Hindistan 1948, 1965 ve 1971 yıllarında üç kez savaşa sürüklendi.

Oysa Keşmir sorununun başladığı 1947'lerden itibaren dönemin Hindistan Başbakanı Nehru'nun çeşitli tarihlerde 'Keşmir'in geleceğini yine Keşmir halkının belirlemesi' gerektiğine dair olumlu, umut verici ifadeleri olmuştu. Hatta 26 Haziran 1952 tarihli bir açıklamasında, “Keşmir halkı yapılan bir plebisitte 'Hindistan ile beraber olmak istemiyoruz' deseler bile bunun bize acı vereceğini bilerek durumu kabul edeceğiz. Gerek olursa anayasayı değiştiririz” ifadelerini kullanmıştı. Ancak bu olumlu ve iyi niyetli yaklaşımlara rağmen sorunun çözümü yönünde somut adımlar atılamadı ve Keşmir'deki kanayan yara günümüze kadar kapanmadı.

Nitekim bunun yakın tarihteki örneklerinden birinde, 2003 yılında, Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref'in iki ülke askeri birliklerinin Keşmir'den tamamen çekilmesi yönündeki teklifini Hindistan yine reddetmişti.

Benzer şekilde, geçtiğimiz Eylül ayında Pakistan Başbakanı Navaz Şerif Birleşmiş Milletler 70. Dönem Genel Kurul Toplantıları için gittiği New York'ta çatışmaların sona erdirilmesi ve diyaloğa gidilmesi amacıyla 4 aşamalı bir barış planı önerdi. BM Güvenlik Konseyi'nin daha önce bölge hakkında aldığı kararların uygulanması gerekliliğini hatırlatarak kalıcı çözüme ulaşılması için referandum çağrısını tekrarladı. Ancak bu tekliflere olumlu bir yanıt gelmedi.

Sonuç olarak Keşmir sorununun bu boyutlara varmasının ardındaki neden, 'Hindistan'ın, Jammu Keşmir halkının kendi yönetim biçimini kendisinin tayin etmesi hakkına 60 yıl boyunca karşı çıkan bir tavır sergilemesi' denilebilir.

Gerçekte hukuki ve diplomatik yollara ve uluslararası kararlara bağlı kalındığında aşılması görünürdeki kadar zor ve karmaşık olmayan Keşmir sorunu, bu uzlaşma sorunu nedeniyle yarım yüzyılı aşkın bir süredir çözüme kavuşamıyor.

Nitekim Birleşmiş Milletler’in 13 Ağustos 1948, 5 Ocak 1949 ve 24 Ocak 1957 (Güvenlik Konseyi’nin 122 sayılı kararı) tasarıları doğrultusunda Keşmir’deki anlaşmazlığın kesin çözümünün BM himayesi altında bir referandum olduğu öngörülür.

İlk etapta her iki tarafın askeri ve silahlı güçleri bölgeden çekilmeli, bölge tamamen silahsızlandırılmalı ve bu sayede çatışma, cinayet, hak ihlali, adaletsizlik ve suistimallere acilen son verilmeli. Hemen ardından da bölgede yapılacak özgür ve demokratik bir halk oylamasıyla Jammu Keşmir'de yaşayanlar kendi yönetim biçimlerini kendileri tayin etmelidir. Pakistan'a mı, Hindistan'a mı katılacaklarına ya da bağımsız bir devlet olarak mı devam edeceklerine Keşmir halkı kendisi karar vermelidir. Evrensel insan haklarına, demokrasiye ve uluslararası hukuka en uygun, en doğru ve adil çözüm de budur. 





[i] http://www.thehindu.com/opinion/op-ed/christine-mehta-writes-on-how-she-was-deported-from-india-for-her-report-on-afspa/article7375878.ece



Adnan Oktar'ın Diplomacy Pakistan'da yayınlanan makalesi:

http://www.diplomacypakistan.com/main-front/it-is-a-natural-right-for-kashmiri-people-to-have-the-right-to-self-determination/

Masaüstü Görünümü