Harun Yahya

Ortadoğu Fevri Eylemlerden Sakınmalıdır




 


Suudi Arabistan ve İran; iki saygın İslam ülkesi ve iki süper güç...  Gerek askeri, gerekse ekonomik alanlarda söz sahibi bu iki ülke dünya petrol rezervlerinin dörtte birine sahip. 

Suudi Arabistan’ın 47 kişiye idam cezası uygulaması İran’la aralarındaki tansiyonu oldukça yükseltti. Özellikle “Ayetullah” olarak tanınan 30 milyon nüfuslu Suudi Arabistan’ın yüzde 15’ini oluşturan Şii azınlığa mensup olan Şeyh Nimr Al-Nimr’in idamı iki ülkeyi karşı karşıya getirdi.  

Şii din aliminin idamı, İran halkı üzerinde infial meydana getirdiği ve protesto gösterileri düzenlendi. Tahran’da bulunan Suudi Arabistan  Büyükelçiliği’ne bir saldırı gerçekleştirildi. Durumdan rahatsız olan İran Cumhurbaşkanı Ruhani bu protestoların  yasadışı olduğunu açıklayarak şiddet eylemlerini kınadı ve saldırganlarla birlik olan polis memurları aleyhinde  hukuki soruşturma başlatılmasını emretti. Bu eylemlerin ardından Suudi Arabistan, İran ile tüm diplomatik bağlarını kopardığını duyurdu.  Bahreyn ve Sudan da İran'la ilişkilerini kestiklerini açıkladılar. Son olarak Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Tahran yönetimi ile diplomatik temsil düzeyini ateşe seviyesine indirme kararı aldığını açıkladı.

--- Geçmiş Bırakılmalı Ve Yola Devam Edilmeli ---

Elbette ki bu, müdahil ülkeler için olduğu kadar, bölgedeki diğer ülkeler için de rahatsız edici bir durum. İstenmeyen gelişmeler yaşandığı oldukça açık. Ancak burada atılacak en akılcı adım, bu vahim olayı unutmak ya da en azından bunu bir yıllığına dondurarak o zamana kadar bu konuyla ilgili herhangi bir eylemde bulunmamaktır.

Konunun, her iki taraf da ilişkilerini duygusallığa yer vermeden mantık çerçevesinde değerlendirebilecek duruma geldiklerinde yeniden ele alınması, yükselen tansiyonun düşürülmesini kolaylaştıracaktır. Halihazırda süregelen çatışmalar bu kadar geniş bir alana yayılmışken, acaba bölge yeni bir gerilimle daha başa çıkabilecek mi?  Bilindiği gibi şu günlerde Türkiye de Rusya ile benzer bir gerilim yaşıyor. Her iki taraf da daha sakin ve akılcı bir bakış açısıyla olaya yaklaşmış olsa, elbette ki mağduriyetler önlenebilir ve gerilim sona ererdi.  Ancak sükunetle sabretmek yerine peşpeşe fevri hamlelerde bulunmak, iki ülke arasındaki ilişkinin  kontrolden çıkmasını kaçınılmaz kıldı.   

Rusya’yla yaşanan uçak krizinde, Türkiye verdiği kararın hukuka uygunluğunu öne sürerek haklılığını dile getiriyor. Ancak şahsi kanaatim olarak şunu belirtmek isterim ki, tek bir kişinin dahi hayatını tehlikeye atacak herhangi bir eylemi ben asla doğru bulmuyorum. Bu nedenle bu tarz durumlarda konuyu mutlaka barışçıl yöntemlerle çözmeye çalışmak gerektiğini düşünüyorum.

Artık yaşanan  acıları geçmişte bırakmak zorundayız. Her olayı Allah’ın yarattığını bilerek her işte bir hayır olduğunu düşünmeliyiz. Suudi Arabistan ve İran arasında yaşananlara bakıldığında iki tarafın da hatalı adımlar attığı görülüyor. Ne Suudi Arabistan’ın uyguladığı idam cezasına, ne de İran’ın Büyükelçiliklere düzenlediği saldırılara rıza gösterilemez.  Her ne kadar yaşananlar ciddi anlamda üzücü olsa da, bunlar istenmeden yaşanmış olaylar olarak değerlendirilmeli ve artık daha fazla üzerinde durulmamalıdır. Her iki ülke de sükunetle kendi yoluna devam etmelidir.

Açıkça görülüyor ki, böyle gerilimli olaylar yaşandığında, acılar öfkeyle kavruluyor ve bu, duygular da anlayış ve basireti köreltiyor, aklı selim ile düşünmeye engel oluyor. Oysa her ne olursa olsun itidalimizi kaybetmemeli, felaket getirmekten başka bir işe yaramayan intikam mantığından hemen vazgeçmeliyiz.

---Yükselen Gerilimin Olası Sonuçları ---

Bölge halihazırda ateş hattında bulunduğundan diplomatik ilişkilerin kötüye gitmesi, yalnızca İslam dünyasını parçalamak isteyen bir takım mihrakların çıkarına hizmet edecektir. Onların oyuncağı olmamalı; tam tersine birbirimize güçlü bağlarla tutunarak oynadıkları oyunu bozmalıyız. Gereksiz yere tansiyonu yükseltmek bölgenin kaldırabileceğinden daha fazla sarsılmasına sebep olacaktır.

Suudi Arabistan ve İran arasında yeniden mezhep çatışmaları alevlenebilir. Oysa iki ülke arasında bir dizi olumlu gelişme yaşandı. Her iki ülke de Suriye ve Yemen çözüm müzakerelerinde yer alıyor. Ayrıca Suudi Arabistan 25 yıllık aranın ardından Bağdat'ta bulunan büyükelçiliğini yeniden açtı. Tüm bunlar kanlar içindeki bölgede mezhep ayrılıklarının yumuşadığına işaret eden güzel gelişmelerdir.

Eğer bu ülkeler arasındaki ilişkiler daha da karmaşık bir hal alacak olursa, bu durum Lübnan’daki yeni hükümetin oluşumuna yönelik çabaları ve BM Güvenlik konseyi yasa tasarısının ardından düzenlenecek konferans ile Suriye’de barışın tesis edilmesi ihtimalini zayıflatabilir. Ayrıca hiç kuşkusuz ki, Yemen’de halihazırda yaşanan iç savaş da, bu durumdan olumsuz yönde etkilenecektir.

--- Liderlerin Sorumluluğu Yatıştırıcı Olmaktır ---

Türkiye tarih boyunca arabulucu olarak önemli roller üstlenmiştir. Şimdi bölgedeki çatışmalar ve Türkiye’nin yalnızlaştırılmış bir pozisyonda olması bu rolü yeteri kadar üstlenememesine sebep olmaktadır. Yine de Türkiye her iki ülkeyle de - bazı siyasi farklılıklara rağmen - dostane ilişkiler içerisinde oludğundan uzlaşı sağlamak için ideal bir ülkedir.

Türkiye taraf tutmamalı ve iki tarafa da eşit mesafede olmalıdır. Başbakanımız çözüm geliştirmek adına her iki ülkenin temsilcileriyle İstanbul da buluşmalı, onları ılımlı bir politika izlemeye teşvik etmelidir. Ayrıca Rusya’nın, İran ve Suudi Arabistan arasındaki idam krizinin çözümüne yardımcı olmak için arabulucu görevi üstlenmeye hazır olduğunu bildirmesi de güzel bir gelişmedir. İlgili ülkeler bu tür teklifleri mutlaka değerlendirmeli, aralarındaki siyasi farklılıkları engel olarak düşünmemelidir. Bunun yanı sıra Irak ve Almanya gibi ülkelerin liderlerinin yaptığı iyi niyetli ve samimi açıklamalar da, yaşanan önemli gelişmeler arasında yer almaktadır.

---Bölünmek her zaman felaket getirir ---
Ortadoğu ülkeleri, birbirlerinden ayrı olmalarının İslam dünyasında kargaşaya neden olduğunu bilmelidirler. Bizim sorumluluğumuz, bölünmenin her zaman karışıklığa yol açacağı konusunda toplumları bilinçlendirmek ve böyle bir duruma engel olmak için gereken tedbirleri almaktır. Böyle bir bölünmeyi önlemek için yapılması gereken öncelikle mezhep ayrılıklarını bir kenara bırakmaktır. Tüm mezheplerin aynı Allah’a inandığını, aynı Peygambere (sav) bağlı olduğunu unutmamalıyız. Tüm bu insanlar, aynı camilerde, aynı kıbleye yüzlerini dönerek namazlarını kılmaktadırlar. Zira Müslüman toplumların arasını düzeltmek, dargınlıkları giderip barışı sağlamak Allah’ın bizlere farz kıldığı bir yükümlülüktür. 

 

Adnan Oktar'ın Tehran Times'da yayınlanan makalesi:

 

http://tehrantimes.com/index_View.asp?code=252140

 

Masaüstü Görünümü