Harun Yahya

Türk Amerikan İlişkilerindeki Görünmez El



“Görünmez El” kavramı ekonomide kullanılan bir kavramdır. Bu kavramın geçtiği teoriye göre piyasa hareketleri görünmeyen bir el tarafından kontrol edilmektedir. Bu el, ekonomik gelişmeleri kontrollü, hedefe yönelik ve sonuç odaklı olarak hareket ettirir. Ekonomistler bu görünmez eli ekonominin kurallarının yönettiğini iddia ederler. Gerçekte ise söz konusu görünmez elin sahibi böylesine farazi, bilinmez, görünmez, gölge bir varlık değildir. Bu eli yöneten, ekonomik çıkar bekleyen arka plandaki sermayedarlardır.

Benzer görünmez bir el son dönemde ABD-Türkiye ilişkilerinde de devrededir. Uzun yıllardır stratejik ortak olarak hareket eden iki ülke, son dönemde peş peşe krizler yaşamaktadır. Dostluk ve müttefiklik çerçevesinde kolayca halledilebilecek sorunlar ağır krizlere dönüşmekte, iki ülkenin arasını açmaya yönelik hareketlenmeler olmaktadır. Krizlerin en sonuncusu ise 9 Ekim’de devreye giren vize kısıtlamalarıdır.

Vize krizi, ABD elçiliğindeki Türk çalışanlarından birisinin gözaltına alınması ile başlamıştır. Ardından ABD Türkiye’deki elçilik ve konsolosluklardaki vize işlemlerini süresiz durdurmuştur. Türkiye bu karara uluslararası ilişkilerde mütekabiliyet ilkesinin gereği olarak aynı şekilde karşılık vermiştir. Bugün gelinen noktada iki ülke vatandaşları mağdurdur. Bir araya gelen dışişleri heyetlerinin bu soruna çözüm üretmesi beklenmektedir. Ama söz konusu krizin ülke ilişkilerinde açtığı yara kısa dönemde kapanacak gibi görünmemektedir.  

Oysa Başkan Trump ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, 22 Eylül’de New York’ta bir araya gelmişler ve karşılıklı sıcak mesajlar vermişlerdi. Başkan Trump ikili görüşme öncesinde “Her iki ülke hiç olmadığı kadar yakın“ değerlendirmesinde bulunmuştu. Ama liderlerin dostluk mesajları bile bu görünmez elin provokasyonlarının önüne geçemedi.

Aslında Türkiye, uzun dönemdir ABD’nin bölge politikalarından şikayetçi. IŞİD ile savaş adı altında 1000 tırdan fazla silahın, terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı PYD’ye verilmesini en sert şekilde eleştirmekte. Ayrıca FETÖ terör örgütünün liderinin ABD'de rahatça hareket etmesini de kabul edilmez buluyor.

Türkiye-AB ilişkilerinde de benzer bir elin etkisi görülmekte. Avrupa medyasında uzun zamandır Türkiye’nin sözde diktatörlükle yönetildiğine dair kampanyalar yer almakta. Türkiye’deki referandum sürecinde gerilim çok yükseldi. Ardından Almanya, Hollanda ve Avusturya seçimlerinde Türkiye aleyhtarlığı seçim kampanyalarının ana gündemi haline geldi. Avrupa Birliği ve Türkiye, tam üyelik müzakereleri yürütmekte iken kısa bir sürede birbirlerinden alabildiğine uzaklaştılar ve Avusturya’nın muhtemel yeni Şansölyesi Sebastian Kurz’un Türkiye’nin AB’ye giriş görüşmelerinin durdurulması çağrısı yapmasıyla, bu ara açılmasının yakın zamanda bir darboğaz oluşturacağına dair işaretler var.

Ortadoğu’da da son dönemde Türkiye merkezli birçok önemli gelişme yaşandı. Türk devleti Kuzey Irak’taki bağımsızlık referandumunu, Suriye’de terör örgütünün kantonlaşmasını ve Katar’a uygulanan ambargoyu ulusal çıkarlarına tehdit olarak görmekte. Geçen seneki kanlı darbe girişimi de göz önüne alındığında, geniş çaplı bir projenin uygulamada olduğu gözüküyor.  

Elbette bu görünmez eli kontrol eden bir kuvvet var. Bu kuvvet Ortadoğu için yeni bir düzen istiyor. Bu nedenle bölgenin merkezindeki Türkiye’yi yalnızlaştırmaya ve müttefiklerinden uzaklaştırmaya çalışıyor. Her geçen gün baskının dozunu arttırıyor. Fakat görünen o ki bu operasyonlar ters tepmekte. Türkiye, yalnız kalmak bir yana yeni çok değerli ittifaklar oluşturmakta.

Suriye’deki iç savaş ve başarısız 15 Temmuz darbesi, Türkiye ile Rusya’yı stratejik ortak haline getirdi. S400 füze savunma sistemi gibi bölgedeki askeri dengeleri değiştirecek anlaşmalar imzalandı. İran’ın da desteği ile Suriye’de çatışmasızlık ortamı sağlandı. Kuzey Irak bağımsızlık referandumu sonrası Türkiye, Irak ve İran ortak kararlar almaya başladırlar. Katar krizi, İran ve Türkiye’nin desteği ile kısmen de olsa aşıldı. Sünni ve Şii işbirliği ortamı oluştu.

Son bir ayda ise Tayyip Erdoğan merkezli birbiri ardına önemli görüşmeler gerçekleşti. Venezuela Cumhurbaşkanı Nicolas Madura, Türkiye’yi ziyaretinde, "Yeni güç gruplarının ve merkezlerinin doğacağını ve dünyanın işbirliği, barış ve eşitliğe dayalı yeni bir dengeye ulaşacağını düşünüyorum. Bu dünya için bir mücadele vermek gerekir. Türkiye’ye inandığım için Türkiye’ye geldik. Yeni bir gücün doğduğunu biliyoruz.” dedi. Ardından Erdoğan’ın ziyaret ettiği Ukrayna ve Sırbistan Cumhurbaşkanları Türk hükümetini överken işbirliği konusunda yeni adımlar attılar. En son olarak da Erdoğan’ı ağırlayan Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda, Türkiye’nin Avrupa’nın bir parçası olduğunu ve tam üyeliğini desteklediğini açıkladı. Son 1 ay içindeki bu baş döndürücü trafik bölgede yeni dinamiklerin oluşmakta olduğunu göstermekte.

Avrupa Birliği ve ABD’nin bu gelişmelerden çıkarması gereken önemli dersler var. Türkiye, bölgede batının en önemli müttefikidir. Müslüman dünyasının denge ülkelerinden biridir. Ortadoğu’yu savaş ateşinden koruyabilecek yegane güçtür. Türkiye’nin güçlü olması dünyayı daha güvenli bir yer haline getirecektir. Sayın Erdoğan, sadece ülkesinin çıkarlarını düşünen bir lider değildir. Müslüman dünyasına barış getirebilmek için samimi bir mücadele vermektedir. Ortadoğu ve dünya barışı için güçlü bir Türkiye’ye ve güçlü bir lidere ihtiyaç vardır. Görünmez bir elin arkasına sığınarak provokasyonların peşinde koşanlar dünyayı ateşe sürüklemeye çalışıyor. Bu fitne ateşini de ancak Türkiye ve müttefikleri söndürebilecektir. İşte bu nedenle özellikle içinde bulunduğumuz şu dönemde yapılması gereken, bu gizli elin provokasyonlarına aldanarak Türkiye ile suni sorunlar çıkarmak değil, Türkiye ittifakı ile sorunlara beraber çözüm bulmak; barışı hızlandırmaktır.

Adnan Oktar'ın Daily Mail News'de (Pakistan) yayınlanan makalesi:

http://dailymailnews.com/2017/11/15/an-invisible-hand-in-the-turkish-american-relations/

Masaüstü Görünümü