Harun Yahya

Ramazan 2011, 2. Gün



 





Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? (En’am Suresi, 32)

 



"Sizin ölüler diyarına varmanız ve orada yaptıklarınıza karşılık rehin olarak kalmanız yakındır. Sizi de kabir kucaklayacak... Ahiret için çalışmadan ahireti uman, uzun emellerin peşinde koşup tevbeyi geciktiren, dünyayı sevmeyen kişilerin diliyle dünyadan bahsettiği halde dünyayı sevenler gibi çalışan, kendisine verilince doymayan, verilmeyince sızlanan kimselerden olmayın." (İbn-i Mace)







 

 
 

“İman bağlarının en sağlamı Allah için dostluk, Allah için düşmanlık, Allah için sevgidir.”1

Alemlere rahmet olarak gönderilen kutlu Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav), sadece kendisine vahyolunana uymuş, insanlardan çekin meden sadece Allah'ın bildirdiklerini yapmıştır. Çağdaşı olan müşrikler ve diğer dinlerin mensupları Peygamberimiz (sav)'den kendi çıkarlarına uygun hükümler getirmesini istemişlerdir. Bu kişiler sayıca ve kuvvetçe daha üstün konumda olmalarına rağmen, Peygamberimiz (sav) Kuran'ı ve Allah'ın hükümlerini daima büyük bir titizlik ve kararlılıkla korumuştur.

Peygamberimiz (sav)'in, Allah yolunda kararlı ve sebatlı olması ile hak din, en güzel ve en doğru şekliyle insanlara bildirilmiştir. İnsanların büyük bir bölümü ile kıyas yapmak Peygamberimiz (sav)'in bu üstünlüğünün daha da iyi anlaşılmasına vesile olacaktır. Günümüzde de geçmişte de insanların büyük bir bölümü zaaflara, hırslara, tutku dolu isteklere sahiptirler. Büyük bir çoğunluğu ise dini kabul etmelerine rağmen bu zayıflıklarına yenilirler. Zaaf ve tutkularını terk etmek yerine dinin hükümlerinden tavizler verirler. Örneğin dostlarının, eşlerinin, akrabalarının ne diyeceğinden çekinerek dinin bazı hükümlerini yerine getirmezler. Veya dine uymayan bazı alışkanlıklarını terk edemezler. Bu nedenle, dini kendi çıkarlarına göre yorumlar, kendilerine uyan hükümlerini kabul eder, diğerlerini görmezden gelirler.

Peygamberimiz (sav) ise, bu tür insanların isteklerine hiçbir zaman taviz vermemiş, Allah'ın indirdiğini hiçbir değişikliğe uğratmadan, hiç kimsenin çıkarını hesap etmeden, sadece Allah'tan korkup sakınarak Kuran'ı insanlara tebliğ etmiştir. Allah, Peygamber Efendimizin bu takva özelliğini Kuran'da şöyle bildirmektedir:

Battığı zaman yıldıza andolsun; Sahibiniz (arkadaşınız olan peygamber) sapmadı ve azmadı. O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir. Ona (bu Kuran'ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir. (Necm Suresi, 1-5)

Ve bilin ki Allah'ın Resûlü içinizdedir. Eğer o, size birçok işlerde uysaydı, elbette sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kıldı ve size inkarı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş (irşad) olanlardır. (Hucurat Suresi, 7)


www.kuranahlaki.com


 

----------------

1-Kütüb-i Sitte, 10. cilt, s.141

 



 

Allah’ın razı olacağı tavrı anlamak son derece kolaydır

İnsanın karşısında binlerce alternatif olduğunda bile, tüm bunlar arasından Allah'ın en razı olacağı seçeneği görebilmesi son derece kolaydır. Örneğin insan gününü nasıl geçireceği konusunda Allah'ın rızasının en çoğuna göre bir seçim yapması gerektiğinde karşısında pek çok alternatif olduğunu görür. Tüm gününü evde oturup spor yaparak ve televizyon izleyerek geçirebilir. Spor yapmanın sağlığını korumak için önemli olduğunu, televizyon izlemenin de kültürünü artıracağını söyleyerek bunlarda Allah rızasını gördüğünü söyleyebilir. Ama dünya üzerinde dinsiz akımlar bu kadar güç kazanmışken, İslam topraklarında savunmasız kadınlar, yaşlılar ve çocuklar "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için öldürülürken, savaşlar, çatışmalar ve ahlaki yozlaşma bu derece artmışken, iman eden bir insanın tüm gününü spora ve televizyona ayırması vicdanlı bir tavır olmaz. Bunun yerine Kuran ahlakının mükemmelliğini diğer insanlara anlatıp, onların da ahiretlerine vesile olmaya çalışması hiç şüphesiz diğerinden daha hayırlı bir davranış olacaktır. Çünkü bu "Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır." (Al-i İmran Suresi, 104) ayetiyle de bildirilmiş, her Müslümanın üstlenmesi gereken bir sorumluluktur. Bu sorumluluğa yöneldiği takdirde öncelikli olarak kendi ahireti için ibadette ve salih bir amelde bulunmuş olur. Bu davranışın kişiye Allah'ın rızasını daha çok kazandırabileceği son derece açıktır.



 

Allah bu duruma Kuran'da şöyle bir örnek vermiştir:

Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve Allah yolunda cihad edenin (yaptıkları) gibi mi saydınız? (Bunlar) Allah Katında bir olmazlar. Allah zulmeden bir topluluğa hidayet vermez.

İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd edenlerin Allah Katında büyük dereceleri vardır. İşte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır. (Tevbe Suresi, 19-20)

Ayetlerden de anlaşılabileceği gibi hacılara su dağıtmak ya da Mescid-i Haram'ı onarmak da Allah'ın rızasına uygun olan hayırlı davranışlardır. Ancak imkanları olduğu halde ibadetlerini bu davranışlarla sınırlayan kimselerin kendilerini kandırmamaları ve yaptıklarını yeterli görmemeleri son derece önemlidir. Çünkü kıyas yapıldığında bunların Allah yolunda malıyla ve canıyla mücadele eden bir insanın davranışlarıyla bir olmadığı görülür. İnsanın daha güzelini, daha hayırlısını ya da takvaya, Kuran ahlakına daha uygun olduğunu bildiği bir tavır varken bundan daha azını tercih etmesi ihlasa uygun bir davranış olmaz. Çünkü bu vicdanını tam olarak kullanmaması, biraz da olsa nefsine pay ayırması, kendi menfaatlerinden yana hareket etmesi anlamına gelir. Oysa Kuran'a uygun olan, yapılması gereken iş ne kadar nefsine ters, ne kadar zor olup fedakarlık gerektirse de her zaman için Allah'ın rızasını kazanabilmeyi, nefsinin menfaatlerine tercih etmesidir.

(http://www.derindusunmek.com/)




 

Dünyanın yüzde 99'unu dinsiz yapan sistem deccaliyettir.


Adnan Oktar`ın 14 Haziran 2011 tarihli saat 12:00’daki A9 Tv röportajından


 



 



 

Mehdi Mehdilik iddialarini kabul etmez

(HZ. MEHDİ’YE SIK SIK “ALAMETLER SENDE MEVCUT” DİYEREK HZ. MEHDİ OLDUĞU İDDİASI GETİRİLECEKTİR, FAKAT O, ISRARLA SÖYLENEN BU İDDİAYI KABUL ETMEYECEKTİR)

“Sen Hz. Mehdi’sin” dediklerinde o kabul etmeyecek...”

(El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, Beklenen Hz. Mehdi'nin Alametleri, s. 40)

“Kendisine “senin ismin budur, babanın ismi şudur, alametler sende mevcuttur” diyecekler, ancak o yine kabul etmeyecek...”

(El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, Beklenen Hz. Mehdi'nin Alametleri, s. 40)

 


 

“Hz. Mehdi’ye, Deccaliyet’e ve dinsizlerin zulmüne karşı bizi korumazsan bütün günahımız ve dökülen kanlarımız boynunda olsun” diyecekler.Bu konuşmadan sonra (manevi sorumluluk almamak için) Hz. Mehdi manevi liderliği kabul edecektir.”

(El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, Beklenen Hz. Mehdi'nin Alametleri, s. 40)

(HZ. MEHDİ) ANCAK BASKI İLE BAŞA GEÇMEYE RAZI OLACAKTIR.(El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 48)

İnsanlar nihayet Hz. Mehdi'ye gelirler ve ... KENDİSİ İSTEMEDİĞİ HALDE, ONA BİAT EDERLER.

(Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 31)

SAHİPLERİ (HZ. MEHDİ) ÇEKİNİR VE NETİCEDE İSTEMEDİĞİ HALDEEhli Bedir sayısınca insan ona, biat eder.

(Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 34




 

Bediüzzaman Hazretleri’nin Hz. İsa (a.s) ve Hz. Mehdi (a.s)’ın bir şahsı manevi değil, bir zatı temsil ettiğine dair açıklamaları çok açık ve nettir.


Bediüzzaman Said Nursi’nin açıklamaları, Kuran’da yer alan işaretler ve Peygamber Efendimiz (sav)'in hadisleriyle aynı doğrultudadır. Ancak Bediüzzaman Hazretleri’nin eserlerinde kullandığı “şahsı manevi” kavramı konusundaki yanlış anlaşılma Hz. İsa (a.s) ve Hz. Mehdi (a.s) için de söz konusudur. Rivayetlerden ve İslam alimlerinin izahlarından Hz. İsa (a.s) ve Hz. Mehdi (a.s)’ın bir şahsı manevi olmayacağı, fiziksel özelliklerine, karakter ve ahlakına, nesebine kadar detaylı olarak tarif edilmiş mübarek birer şahıs olacakları, açık ve net bir biçimde anlaşılmaktadır. Ancak elbette ki Hz. İsa (a.s) ve Hz. Mehdi (a.s)’ın da kendisinden önceki tüm elçiler gibi bir şahsı manevisi olacaktır. Hatta rivayetlerde bu şahsı manevinin bütün yeryüzünü kaplayacağı bildirilmiştir. Fakat Hz. Mehdi (a.s)’ın kendisi de bizzat işin başında olacaktır. Nitekim Bediüzzaman’ın yazılarında da bu konuyu net olarak açıklayan birçok izah bulunmaktadır. Bediüzzaman’ın aşağıda yer alan sözlerinde Hz. Mehdi (a.s)’ın bir şahsı manevi değil, bir zatı temsil ettiğine dair açıklamaları, hiçbir ihtilafa yer vermeyecek kadar açık ve nettir.

Bediüzzaman’ın Hz. İsa (a.s) ve Hz. Mehdi (a.s) için kullandığı “o zat” ya da “o şahıs” gibi ifadeler, “şahsı manevi” kavramı konusundaki yanlış anlaşılmalara açıklık getirmektedir.

... âlem-i semavatta (gökler aleminde) cism-i beşerîsiyle (insani cismiyle) bulunan şahs-ı Îsâ Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının (Hak dinin) başına geçeceğini....(Mektubat, sf. 60)

Hem de o eşhasın (o şahısların) şahs-ı manevîsine veya temsil ettikleri cemaate ait âsâr-ı azîmeyi (fevkalade eserleri, izleri) o eşhasın (şahısların) zâtlarında tasavvur ederek öyle tefsir etmişler ki, o eşhas-ı hârika (harika şahıslar yani Hz İsa ve Hz. Mehdi) çıktıkları vakit bütün halk onları tanıyacak gibi bir şekil vermişler.(Sözler, sf. 343-344)


http://www.risaleinurdamehdi.com/




 

Taha Suresi, 68



Adnan Oktar : Hz. Musa (a.s.)’a Cenab-ı Allah diyor ki; “Korkma dedik” diyor Allah, “muhakkak sen üstün geleceksin”. Bak, “muhakkak sen üstün geleceksin”; ebcedi yani tarihi 1956 yılını veriyor. 68 de komünist hareketin başladığı tarihtir aynı zamanda, 1968, Türkiye’de. “Korkma dedik. Muhakkak sen üstün geleceksin”. Harf karşılığı birebir tam 1956 veriyor.
 

1956 Risale-i Nur’un neşir tarihidir, serbest bırakıldığı tarihtir. Ayrıca Said Nursi diyor, “1956 münafıkane sistemin çöküşünün başlangıç tarihidir” diyor, 1956. “Ondan sonra dinsizlik sürekli gerileyecektir” diyor. Yani “ateist, materyalist ve Darwinist felsefe, düşünce bu tarihten itibaren yıkılacaktır” diyor, 1956 yılından itibaren. “Başlangıcıdır” diyor “miladıdır” inşaAllah, 1956 diyor ve Risale-i Nur’un intişar tarihidir.


www.risaleinurdamehdi.com










Kanser ve diyaliz hastalarına bedava taksi hizmeti veriliyor







Ne Demişti





Ne Oldu











Çay TV, 11 Mart 2009   

Adnan Oktar: Bir de hastalıklar; mesela bir adam, devlet memuru bir tane ev almış. Bütün emeğinin sonucu, emeklilik ikramiyesini almış, onla ve biraz da katıştırarak bir ev almış. Adama diyorlar ki tam emekli olmuş, hastaneye gidiyor, kardeşim sen kanser hastasi olmuşsun. Bütün aile bir geriliyor, tabii bir hayır var, ama o şeyi daha alamadı bizim insanlarımızın bir kısmı. Ne yapalım diyor, buna en 200 milyar gerekir diyor adam, tedavisi için. Nasıl yapacağız diyor, işte bulacaksın diyor. Yoksa git başının çaresine bak kendin bilirsin, hemşerim diyor, adam işine bakıyor, yüzüne de bakmıyor. Bu çok korkunç bir şey, her hasta bizim sorumluluğumuzdadır millet olarak. Hasta olmak suç değildir, şereftir, onurdur ve yükümlülüğü bizim üzerimizdedir. Hasta olduğunda o kişi, o kardeşimiz artık bize emanettir, milletçe bize emanettir. Ona biz bakacağız, yemesinden, içmesinden, konforundan, neşesinden, mutluluğundan, tedavisinden, her şeyinden biz sorumluyuz. HASTADAN PARA ALINMAZ, en kaliteli, en güzel hastaneye gidecek, BİRİNCİ SINIF HASTANEYE GİDECEK KANSER HASTASI; ORADA ASLANLAR GİBİ TEDAVİ OLACAK, HÜRMET GÖRECEK, SEVGİ GÖRECEK, HATTA ONUN GÜZEL GENİŞ SALONLARINDA OTURTACAKLAR. Dini sohbetler yapılacak, konuşacak, morali güçlü olacak onun. Çünkü bu tip hastalıklar da biliyorsunuz moral önemli. Adama sen evini sattırırsan, arabasını sattırıyorsun, bankadaki bütün paralarını alıyorsun, borca sokuyorsun, adamı tedavi ediyorsun. Ama tedavi oluyor mu olmuyor mu o da ayrı mesele; adamı çift yerden vurmuş oluyorsun bu sefer. Hem hastalığına sevgi ve şefkat göstertmeyerek hem de ekonomik yönden çökerterek. HASTADAN PARA ALINMAZ; BİZ MİLLİ BİR TERBİYE OLARAK BUNU YAPACAĞIZ. Bu asla kabul edilecek bir şey değildir.







Bugün, 6 Şubat 2011






Kanser ve diyaliz hastaları Devletten bedava taksi hizmeti alabiliyorlar. Kemoterapi ve radyoterapi gören kanser hastaları ve diyaliz hastaları toplu taşıma araçlarını kullanamıyorlarsa, kuruldan 3 ay süreli rapor alarak taksiyle hastaneye gidip-gelebiliyorlar.




 

 

 

 







 

Maddenin Ardındaki Sır
 


 

Bu filmde hayatın çok önemli bir gerçeği anlatılmaktadır.

Maddesel dünyaya bakış açınızı kökten değiştirecek olan bu filmi, çok dikkatli bir biçimde ve sindirerek izlemelisiniz. Filmde anlatılanlar, yalnızca bir bakış açısı, farklı bir yaklaşım veya herhangi bir felsefi düşünce değil; dine inanan-inanmayan herkesin kabul edeceği, bilimin de kanıtladığı kesin birer gerçektir.

Bu gerçeği şöyle özetleyebiliriz: "Dünyada yaşadığımız hayatın birer parçası olan tüm olaylar, insanlar, binalar, şehirler, arabalar, mevkiler, kısacası hayatımız boyunca gördüğümüz, tuttuğumuz, dokunduğumuz, kokladığımız, tattığımız, dinlediğimiz herşey, gerçekte beynimizde oluşan görüntü ve hislerdir. Bunların dış dünyada var olan asılları ile muhatap olamayız.

http://tr.harunyahya.tv/videoDetail/Lang/1/Product/1195/MADDENIN_ARDINDAKI_SIR

 


 

Nihau Mağarası’nın Duvarlarını Süsleyen 14 Bin Yıllık Harikulade Resimler
 

Fransız Pireneleri'ndeki Niaux Mağarası’nda 1906 yılında gün ışığına çıkarılan etkileyici güzellikteki resimler üzerinde yapılan karbon testleri bu eserlerin yaklaşık 14 bin yıl önce yapıldıklarını göstermiştir. Niaux Mağarası'ndaki resimler ve o günden bu yana da detaylı olarak incelenmektedirler. Mağaranın en süslü bölümü, bizon, at, geyik ve dağ keçisi resimlerinin olduğu Siyah Salon olarak adlandırılan karanlık bir kesimdeki yüksek bir oyuktan oluşan köşedir.
 


 

Bu resimlerle ilgili bilim adamlarının ilgisini çeken en önemli unsurlardan biri kullanılan boyama tekniğidir. Yapılan araştırmalar, bu resimlerde doğal ve yerel kaynakların biraraya getirilerek özel karışımlar elde edildiğini göstermektedir. Şüphesiz bu, ilkellikten henüz çıkmış varlıkların yapamayacağı bir düşünme, planlama ve üretme yeteneğinin göstergesidir. Roger Lewin, bu boyama tekniğini şöyle anlatmaktadır:

Boya yapımında kullanılan maddeler (pigmentler) ve mineral dolgu maddeleri, Üst Paleolitik insanlarca özenle seçilerek, özel bir karışım oluşturmak üzere 5-10 mikrona dek inceltiliyordu. Siyah boya, tahmin edileceği gibi, odun kömürü ve manganezdioksitti. Ancak ilgi, daha çok, dolgu maddeleri üzerine yoğunlaşmıştı. Dolgu maddeleri, renklere canlılık verdiği gibi, adından da anlaşılacağı üzere, boyayı kalınlaştırmaya da yarar. Dört değişik türü olduğu anlaşılan bu maddeleri, araştırmacılar birden dörde kadar sıralamışlardır: Talk, barit, potasyum feldispat ve biyotit (mika) ağırlıklı feldispat potasyum. Clottes ve arkadaşları bu dolgu maddelerini kendileri de denemişler ve çok etkili olduğunu görmüşlerdir. (Roger Lewin, The Origin of Modern Humans, W.H. Freeman and Company, New York, 1993, sf. 193)

Görüldüğü gibi kullanılan teknik, son derece ileridir. Bu da açık bir gerçeği yeniden gözler önüne sermektedir: Geçmişte ilkel olarak adlandırılan herhangi bir varlık yaşamamıştır. İNSAN İLK VAR OLDUĞU GÜNDEN BERİ DÜŞÜNME, KONUŞMA, AKLETME, KAVRAMA, DEĞERLENDİRME, PLAN YAPMA, ÜRETME YETENEĞİ OLAN ÜSTÜN BİR VARLIKTIR.
 



 

Resimlerini renklendirmek için; dolgu maddesi kullanan, bu dolgu maddelerini hazırlamak için tarik, barit, potasyum feldispat ve biyotit gibi kimyasalları başarıyla biraraya getiren kimselerin sözde maymunsuluktan yeni çıkmış, henüz medenileşmiş varlıklar olduklarını iddia etmek akla ve mantığa aykırıdır.

(http://insanmucizedir.com)

 


 

Deniz Yıldızı
 


 

Dönem: Paleozoik zaman, Ordovisyen dönemi

Yaş: 500 440 milyon yıl

Bölge: Fas

Deniz yıldızları genellikle deniz dibinde yaşarlar, 7000 metre derinliğinde yaşayan türleri bulunmaktadır. Yaklaşık yarım milyar yıldır hiç değişmeden soylarını devam ettiren bu canlılar karşısında evrimciler çaresizlik içindedir. 

Çünkü söz konusu canlılar on milyon değil, yüz milyon değil, iki yüz milyon değil, yaklaşık beş yüz milyon yıldır aynıdırlar. Eğer evrimcilerin iddiaları doğru olsaydı, deniz yıldızları beş yüz milyon yıllık zaman dilimi içinde çoktan başka canlılara dönüşmüş olacak, bu esnada yarı deniz yıldızı yarı başka bir hayvan olan pek çok garip canlının izi, fosil kayıtlarında günümüze kadar gelecekti. Ancak fosil kayıtlarında evrimcilerin bu iddialarının hiçbir delili yoktur.
 

Masaüstü Görünümü