Harun Yahya

Ramazan 2011, 26. Gün



 





Muhammed, Allah'ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların Tevrat'taki vasıfları budur: İncil'deki vasıfları ise: Sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup-boy atmış (ki bu,) ekicilerin hoşuna gider. (Bu örnek,) Onunla kafirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va'detmiştir. (Fetih Suresi, 29)

 



"Müminler birbirini sevmekte, birbirine acımakta ve birbirini korumakta bir vücud gibidir. Vücudun bir uzvu rahatsız olursa, sair azaları da bu yüzden humma ve uykusuzluğa tutulur." (Buhari)







 

 

 

Resulullah (sav) omuzumdan tuttu ve: "Sen dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol" buyurdu. İbnu Ömer (radıyallahu anh) hazretleri şöyle diyordu: "Akşama erdinmi, sabahı bekleme, sabaha erdinmi akşamı bekleme. Sağlıklı olduğun sırada hastalık halin için hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap." (Tirmizi`nin rivayetinde, "yolcu gibi ol sözünden sonra şu ziyade var: "Kendini kabir ehlinden added.")“1

Ahiretin varlığına inanmayan veya şüphe duyan insanların en büyük korkularından biri ölüm korkusudur. Ölümle birlikte herşeylerini kaybedeceklerini düşündükleri ve dünyaya büyük bir hırsla bağlı oldukları için ölümü kesinlikle düşünmezler. Oysa her insan Allah'ın kendisi için kaderinde takdir ettiği bir vakitte ölecektir ve bundan asla bir kaçış yolu bulamayacaktır. Peygamberimiz (sav) de bu insanlara ölümden kaçışın kendilerine bir fayda sağlamayacağını açıklamış ve onların ölümden sonraki gerçek hayatlarını düşünmelerini sağlamaya çalışmıştır.



 

De ki: "Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçış size kesin olarak bir yarar sağlamaz; böyle olsa bile, pek az (bir zaman) dışında metalanıp-yararlandırılmazsınız." (Ahzab Suresi, 16)

De ki: "Sizin için belirlenmiş bir gün vardır ki, ondan ne bir an ertelenebilirsiniz, ne de (bir an) öne alınabilirsiniz." (Sebe Suresi, 30)

Peygamber Efendimiz ölümün düşünülmesini de tavsiye etmiş ve şöyle demiştir:

"Ölümü en çok zikreden ve kendilerine gelmezden önce onun için en iyi hazırlığı yapanlardır. İşte akıllılar bunlardır."2
 

www.yaratilisatlasi.com

 

------------

1-Kütüb-ü Sitte, hadis no :150

2- Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 2. cilt, s.330
 



 

Ölümün yeri, zamanı ve şekli kaderde belirlidir

Ölüm, her olay gibi, Allah'ın dilemesiyle hayır ve hikmetle gerçekleşir. Bir insanın doğum tarihi nasıl belliyse, aynı şekilde ölüm tarihi de daha o doğmamışken, dakikasına, saniyesine kadar bellidir. İnsan da kendisine verilen süreyi her saniye biraz daha tüketerek, o son ana doğru hızla yaklaşır. Herkesin ölümünün yeri, zamanı ve şekli kaderinde belirlenmiştir.

Buna rağmen insanların bir kısmı ölümün, Allah'ın ona sebep olarak yarattığı olaylar zincirinin bir sonucu olduğunu sanırlar. Her gün gazetelerde ölüm haberlerini okur, ardından da, "Eğer bir tedbir alınsaydı sonuç bu şekilde olmazdı; şöyle yapılsaydı ölmezdi" gibi cahilce mantıklar yürütürler. Halbuki her insan kendisine tanınmış süreden ne bir saniye eksik ne de bir saniye fazla yaşayamaz. Ancak, imanın verdiği bilinçten uzak olan insanlar, her olaya olduğu gibi ölüme de tesadüfler zincirinin bir parçası olarak bakarlar.



 

Ölümü bir tesadüf sanmak büyük bir akılsızlıktır. Ve bu durum, üstteki ayetten de anlaşılacağı gibi, insana büyük bir manevi azap, karşı konulamaz bir sıkıntı verir. İnkar edenler, yakınlarını ve sevdiklerini kaybettiklerinde bu büyük azabı yaşarlar. Ölenin aslında bir kurtulma ihtimali olduğunu, fakat aksilik, tedbirsizlik gibi durumlar yüzünden zamansız öldüğünü düşünürler. Bu düşünce de onların üzüntü, pişmanlık ve acılarının katlanarak artmasına neden olur. Çektikleri bu sıkıntı ve acı, gerçekte inançsızlıklarının azabından başka bir şey değildir.

Oysa olayın çok önemli bir sırrı vardır; ölümün sebebi, ne bir kaza, ne bir hastalık, ne de başka bir şeydir. Bütün bu sebepleri yaratan Allah'tır. Kaderimizde belirtilen süre dolduğu zaman, yukarıda sayılan sebeplerden herhangi bir tanesi nedeni ile hayatımız sona erer. Ve insan, elindeki tüm maddi imkanını seferber etse dahi, kendisi için belirlenmiş olan ölüm zamanından bir an bile fazla yaşayamaz. Kuran'da bu İlahi kanun şöyle haber verilir:

Allah'ın izni olmaksızın hiçbir nefis için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş bir yazıdır... (Al-i İmran Suresi, 145)
 

(http://www.kesinbilgiyleiman.com)




 

Hz. Mehdi (as) devrindeki münafıklar isim isim tanınacaklar.


Adnan Oktar`ın 13 Temmuz 2011 tarihli A9 Tv, Samsun Aks Tv ve Tv Kayseri röportajından
 




 



 

Hz. Mehdi (a.s.)'ın İsmi

Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde Hz. Mehdi (a.s.)'nin isminin Peygamberimiz (sav)'in ismine, Hz. Mehdi (a.s.)'nin babasının adının da Peygamberimiz (sav)'in babasının adına uygun olacağı belirtilmiştir.

Ebu Davud ile Tırmızi’nin İbni Mesut (RA) dan nakil ettiklerine göre, Allah’ın Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: “Onun ismi ismime, babasının ismi de babamın ismine muvafık olacaktır...”[1]

Ebu Hureyre (r.a.)'dan rivayete göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Dünya hayatından sadece bir gün kalmış olsa bile,benim Ehl-i Beyt'imden ismi ismime uygun olan bir adam (Mehdi) gelinceye kadar Allah (c.c.) o günü muhakkak uzatır.” -Ahmed b. Hanbel “Müsned” inde tahric etmiştir.

Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan rivayete göre;

Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Benim Ehl-i Beyt'imden ismi, ismime uygun olan bir adam (Mehdi) bütün Araplar üzerine hakimiyet kuruncuya kadar dünya (yok olup) gitmez.”

Başka bir rivayete göre, şöyle buyurmuştur:

“Dünya hayatından sadece bir gün kalmış olsa bile, benim Ehl-i Beyt'imden ismi ismime uygun olan bir adam (Mehdi’yi) gönderinceye kadar Allah (c.c.) o günü muhakkak uzatır. O, daha önce zulüm ve eziyet ile doldurulmuş olan dünyayı hak ve adaletle dolduracaktır.” -Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, Beyhaki ve Ebu Amr Ed-Dâni tahric etmişlerdir.-

Yine Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan başka bir rivayete göre şöyle buyurmuştur:

“Benim Ehl-i Beyt'imden ismi ismime uygun olan bir adam(yeryüzünde) hakimiyet kuruncuya kadar dünya (yok olup) gitmez. O, daha önce zulum ve eziyet ile doldurulmuş olan dünyayı hak ve adaletle dolduracaktır.” -Ebu’l Kasım Taberâni “El- Mu’cemu’s-sagir” eserinde tahric etmiştir. Ayrıca, Tirmizi “ El-Cami” eserinde ve Ebu Davud da “Sünen” adlı eserinde yaklaşık olarak aynı manaya gelen fakat bazı lafızların yerleri değişik şekilde tahric etmişlerdir.
 

[1]Kıyamet Alametleri, Genişletilmiş 9. baskı, s.159-160)



 

Hadiste özellikle dikkat çekilen, bu isimlerin birbirlerine “uygun” düşecek olmasıdır. Yani Hz. Mehdi (a.s.) doğrudan “Ahmed ya da Muhammed” babası da “Abdullah” ismiyle beklenmemelidir. (Doğrusunu Allah bilir)

Ahmet Muhammed Hz. Mehdi (a.s.) ismi Allah’ın Ahir Zamanda gelecek şahsa verdiği isimdir. Bu ismi ona Resulullah (sav) bildirmiştir. Yani doğumundan ismi “Ahmet Muhammed Mehdi” olmayacaktır. Bu Allah tarafından ona verilen isimdir. Zaten Peygamberimiz (sav) de hadislerinde “Adı adıma uygun düşer” demektedir, “aynısıdır” dememektedir. Aynı şekilde “Babasının adı da benim babamın adına uygun düşer” demektedir. Burada bir işaret, bir sır vardır.

Ayrıca bu konuda şunu da düşünmek gerekir. Eğer bir insanın ailesi çocuklarının Hz. Mehdi (a.s.) olmasını istemiyorsa, ona başka bir isim koyarak, sözde onun Hz. Mehdi (a.s.) olmasını engellemiş olacaktır. Aynı şekilde çocuğunun adını “Ahmed Muhammed” koyarsa da, bir yönüyle sözde eğer olursa çocuğunun Hz. Mehdi (a.s.) olmasını garantilemiş olacaktır. Böyle bir mantığın geçerli olmayacağı çok açıktır. Allah dilediği kişiyi kaderde seçmiş ve onu, “Ahmet Muhammed Mehdi” olarak adlandırmıştır. Bir kimsenin doğuştan bu isimle adlandırılması ya da adlandırılmaması bu durumu engelleyemeyecektir.



 

İlk geldiğinde ancak yakın çevresinin tanıyabileceği Hz. İsa (a.s) bir şahıstır; şahsı manevi değildir

...Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm geldiği vakit,herkes onun hakikî Îsâ olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı (derin imanlı yakın talebeleri), nur-u iman (imanın ışığı) ile onu tanır. Yoksa bedahet (birdenbire ve açıkça) derecesinde herkes onu tanımayacaktır... (Mektubat, sf. 60)

Bediüzzaman’ın bu sözü Hz. İsa (a.s)'dan bir şahsı manevi olarak değil, bir şahıs olarak bahsettiğini birkaç ayrı vurguyla ortaya koymaktadır:

-... hakiki İsa

-... Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm geldiği vakit,

-... herkes ONUN hakikî Îsâ olduğunu bilmek lâzım değildir…

-... ONUN mukarreb ve havassı, nur-u iman ile ONU tanır.

-... Yoksa bedahet derecesinde herkes ONU tanımayacaktır...

Said Nursi Hazretleri’nin bu beş ifadesinden de, Hz. İsa (a.s)'dan bir insan olarak bahsettiği açıkça anlaşılabilmektedir. Öncelikle “Hakiki İsa (a.s)” ifadesiyle, burada bir kişiden bahsedildiği ve başka şahıslardan farkının da “hakiki İsa” ifadesiyle netleştirildiği görülmektedir.

Bunun ardından kullanılan ifadelere göre ise;

1- Hz. İsa (a.s) gelecektir 2- Hz. İsa (a.s)'ın gerçekten beklenen Peygamber olduğunu herkes bilip anlayamayacak, 3- ancak yakın çevresi tanıyabilecek, 4- toplumun geneli onu tanıyamayacaktır.

Bu açıklamaların her üçünde de bir “tanıma” durumu söz konusudur ki bu da ancak bir şahıs için söz konusu olabilir. Bir şahsı manevinin yakın çevresi olamayacağı açıktır; ya da yakın çevresinin bir şahsı maneviyi tanıması elbetteki söz konusu değildir. Dolayısıyla tüm bu açıklamalar da yine Hz. İsa (a.s)'ın bir şahsı manevi olmadığını göstermektedir. Tüm bunların yanında Bediüzzaman'ın kullandığı “ONUN” VE “ONU” kelimeleri de yine şahıs bildiren ifadelerdir ve Hz. İsa (a.s)'dan bir şahsı manevi olarak değil bir insan olarak bahsedildiğini açıkça ortaya koymaktadır.

http://risalehavadis.com/




 

Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma'rufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir. (Hac Suresi, 41)

Ebced:

HİCRİ: 1400, MİLADİ: 1979
 


 

Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir ümmet vardır. (Araf Suresi, 181)

Ebced: 1987

 

www.altincag.com



 





Kanser ve kalp hastaları ''özel'' e fark vermeyecek







Ne Demişti





Ne Oldu










Çay TV, 11 Mart 2009   

Adnan Oktar: Bir de hastalıklar; mesela bir adam, devlet memuru bir tane ev almış. Bütün emeğinin sonucu, emeklilik ikramiyesini almış, onla ve biraz da katıştırarak bir ev almış. Adama diyorlar ki tam emekli olmuş, hastaneye gidiyor, kardeşim sen kanser hastasi olmuşsun. Bütün aile bir geriliyor, tabii bir hayır var, ama o şeyi daha alamadı bizim insanlarımızın bir kısmı. Ne yapalım diyor, buna en 200 milyar gerekir diyor adam, tedavisi için. Nasıl yapacağız diyor, işte bulacaksın diyor. Yoksa git başının çaresine bak kendin bilirsin, hemşerim diyor, adam işine bakıyor, yüzüne de bakmıyor. Bu çok korkunç bir şey, her hasta bizim sorumluluğumuzdadır millet olarak. Hasta olmak suç değildir, şereftir, onurdur ve yükümlülüğü bizim üzerimizdedir. Hasta olduğunda o kişi, o kardeşimiz artık bize emanettir, milletçe bize emanettir. Ona biz bakacağız, yemesinden, içmesinden, konforundan, neşesinden, mutluluğundan, tedavisinden, her şeyinden biz sorumluyuz. HASTADAN PARA ALINMAZ, en kaliteli, en güzel hastaneye gidecek, BİRİNCİ SINIF HASTANEYE GİDECEK KANSER HASTASI; ORADA ASLANLAR GİBİ TEDAVİ OLACAK, HÜRMET GÖRECEK, SEVGİ GÖRECEK, HATTA ONUN GÜZEL GENİŞ SALONLARINDA OTURTACAKLAR. Dini sohbetler yapılacak, konuşacak, morali güçlü olacak onun. Çünkü bu tip hastalıklar da biliyorsunuz moral önemli. Adama sen evini sattırırsan, arabasını sattırıyorsun, bankadaki bütün paralarını alıyorsun, borca sokuyorsun, adamı tedavi ediyorsun. Ama tedavi oluyor mu olmuyor mu o da ayrı mesele; adamı çift yerden vurmuş oluyorsun bu sefer. Hem hastalığına sevgi ve şefkat göstertmeyerek hem de ekonomik yönden çökerterek. HASTADAN PARA ALINMAZ; BİZ MİLLİ BİR TERBİYE OLARAK BUNU YAPACAĞIZ. Bu asla kabul edilecek bir şey değildir.






Zaman, 3 Ocak 2011








Türkiye, sağlık alanında büyük bir adıma daha imza attı. Sağlık bakanlığının genelgesine göre özel hastaneler, kanserden doğuma, yoğun bakımdan kalp hastalıklarının tedavilerine kadar birçok konuda vatandaştan ilave ücret talep edemeyecek.






 







 

Hazreti Mehdi’nin Özellikleri



 

Peygamber Efendimiz (sav), "Hz. Mehdi ile müjdelenin" buyurarak, Hz. Mehdi'nin gelişini heyecan ve şevkle beklemenin, bu mübarek zat için hazırlık yapmanın önemine dikkat çekmiştir.

Bir başka hadis-i şerifte ise “Sizden ona kim yetişirse, kar üzerinde sürünerek dahi olsa ona gelsin. Ona katılsın. Zira o, Hz. Mehdi'dir.”

Bu belgeselde Hz. Mehdi’nin Peygamberimiz (sav)’in soyundan geldiğini, sahip olduğu üstün ahlakı, yapacağı ilmi çalışmalarla İslam ahlakının tüm dünyada yaygın olarak yaşanmasına vesile olacağını,  hadisler ışığında izleyeceksiniz.

www.harunyahya.tv/videoDetail/Lang/1/Product/4119/HAZRETI_MEHDI_NIN_OZELLIKLERI
 


 


Antik Mısır Mezarlarında Bulunan Planör Modeli



Pek çok medeniyetin geride bıraktığı izlerde, hava ulaşımının bilinenden çok daha eski dönemlerde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Mayaların kalıntılarında, Mısır piramitlerindeki resimlerde, Sümer yazıtlarında bu durum açıkça görülmektedir. Kalıntılardan anlaşıldığı kadarıyla bundan binlerce yıl önce de insanlar, planörler, uçaklar, helikopterler benzeri araçları yapmakta ve kullanmaktaydılar.



 

Kuran-ı Kerim ayetlerinde de geçmiş dönemlerde hava ulaşım aletlerinin kullanılıyor olabileceğine işaret edilmektedir. Bu ayetlerden biri şöyledir:

Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgara (boyun eğdirdik)... (Sebe Suresi, 12)

Bu ayet-i kerimede ulaşılması oldukça uzak olan mesafelere, Hz. Süleyman döneminde kısa sürede ulaşılabildiğine dikkat çekiliyor olması muhtemeldir. Bu ulaşım, günümüzdeki uçak teknolojisine benzer bir teknoloji kullanılarak, rüzgarla hareket eden vasıtalar meydana getirilmesiyle gerçekleşmiş olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)



 

Geçmiş medeniyetlerinin hava ulaşımını kullandıklarına işaret eden delillerden biri, Mısır'da bulunan planör modelidir. 1898 yılında arkeologlar tarafından bulunan bu planör modelinin MÖ 200 yıllarında yapılmış olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bundan yaklaşık 2200 yıl öncesine ait bir planör modelinin ortaya çıkarılması elbette olağanüstü bir durumdur. Bu, evrimci tarih anlayışını temelden sarsan arkeolojik bir buluştur. Söz konusu m  odelin teknik özellikleri incelendiğinde ortaya çok daha ilginç bir manzara çıkmaktadır. Bu ahşap model, günümüzün en ileri teknolojisiyle yapılan Concorde uçaklarda olduğu gibi, hızdan minimum kayıpla maksimum yük taşıyabilecek şekilde tasarlanmıştır. Bu durum, Antik Mısırlıların çok iyi aerodinamik bilgisine sahip olduklarını da göstermektedir.

(http://www.darwinistlerbizesorun.com)



 


 

Engerek Balığı



 

Dönem: Mezozoik zaman, Kretase dönemi

Yaş: 95 milyon yıl

Bölge: Lübnan

Her ne kadar günümüzde Darwinistler ısrarla gizlemeye ya da inkar etmeye çalışsalar da, fosil kayıtlarının evrim teorisini desteklemediği, Darwin döneminden beri bilinen bir gerçektir. Bu nedenledir ki Darwin, teorisi için sorun oluşturan bu önemli meseleyi kitabında "tevil etmeye" (yani bahaneler öne sürerek bu sorundan kurtulmaya) çalışmıştır. Kitabının "Difficulties on Theory" (Teorinin Zorlukları) başlıklı bölümünde bu konuya özel bir yer ayırmıştır. Zamanında Darwin'in büyük tedirginlik duyduğu fosiller, bugün de evrimcileri ciddi açmaza sokan en önemli konulardan biridir. Çünkü fosil bulguları, tartışmasız bir şekilde, evrimi yalanlamakta, Yaratılış gerçeğini teyit etmektedir.

Yaratılış gerçeğinin delillerinden biri de resimde görülen, günümüzde yaşayan örneklerinden hiçbir farkı olmayan, 95 milyon yaşındaki engerek balığıdır.
 

Masaüstü Görünümü