Harun Yahya

RAMAZAN 2007 - 19. Gün














"Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir?" (Fussilet Suresi, 33)

"İki kelime vardır ki, dile hafif, mizanda ağırdırlar: Sübhanellahi ve bi hamdihi, sübhanellahi'l-azim." HZ. MUHAMMED (S.A.V.)















Kardeşlik, birlik ve beraberlik
Tüm müminler birbirlerinin kardeşidirler ve her zaman beraberce uyum içinde hareket etmelidirler.
Tesanüt (kardeşlik, dayanışma, birliktelik) önemli bir mümin vasfıdır. Allah'ın Kuran'da bildirdiği hükme göre, tüm müminler birbirlerinin kardeşidirler. Onlar aynı yola uymuş, Kuran'a tabi olmuş, aynı hedefe sahip, aynı duyguları taşıyan insanlardır. Dolayısıyla aralarında büyük bir sevgi ve dayanışma bulunur. Allah, bu durumu Kuran'da şöyle tarif etmektedir: "Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin." (Haşr Suresi, 10)









Tesanüt içinde Allah'ın yolunda çaba harcamak kesin bir emirdir. Bu durum şöyle bildirilir:
"Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzenizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar." (Al-i İmran Suresi, 103)
Müminler, güzel ahlaklıdırlar, mütevazidirler, sevgi ve saygı doludurlar. Bu yüzden de tesanüt müminler arasında doğal bir şekilde oluşur. Ancak yine de bu konuda dikkat edilmesi gereken yönler vardır. Müminlerin yapabileceği çeşitli yanlışlar, bu tesanüdün zedelenmesine ve müminler arasında soğukluk yaşanmasına neden olabilir.
Bu yanlış hareketlerin nedeni, müminlerin davranışlarını gaflet anlarında etkileyen nefstir. Mümin fedakar, hoşgörülü ve sıcaktır; ama herkeste nefs bulunur ve insan dikkat etmezse bazen nefsine uyabilir. Kıskanç, bencil ve hırslı olan nefsine uyması ise, bu kötü hislerin mümine etki etmesi demektir.İşte bu yüzden Kuran, müminleri tesanüd konusunda son derece dikkatli olmaları için uyarmaktadır. Madem şeytanın insandaki tezahürü olan nefs, insanı yanıltabilmektedir, öyleyse karşıdaki müminin nefsini harekete geçirecek bir üslup kesinlikle kullanılmamalıdır. Bu konuda Kuran'ın bir diğer emri de şöyledir: "Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır." (İsra Suresi, 53)
Allah'ın Kuran'da bildirdiği emir, tesanüdün sağlanması açısından son derece önemlidir. Birincisi, müminlerin birbirlerine karşı sürekli olarak en güzel hitap şeklini (yalnızca güzel değil, "en güzel") kullanmaları emredilmektedir. İkinci olarak da ayette, şeytanın bir özelliği açığa vurulmaktadır: Şeytan, insanların ve özellikle de müminlerin arasını bozmak için uğraşmaktadır. (Harun Yahya, Kuran Ahlakı)
Şeytanın ve nefsin müminlerin arasındaki tesanüdü bozmak için en çok başvurduğu yollardan biri ise, rekabet duygusudur. Eğer mümin gaflet halinde olursa, makam, mevki gibi konularda rekabet hissine kapılıp kardeşlerini geçmeye, kendini onlardan daha ön plana çıkarmaya çalışabilir. Aynı şekilde kendisinden daha ön plandaki bir kardeşine karşı kıskançlık hissedebilir. Aslında gaflet halinde yapılan bu hareket, gerçekte Allah'a isyan anlamına gelmektedir. "Yoksa onlar, Allah'ın kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar?" (Nisa Suresi, 54) ayetine göre, insanlara verilmiş olan nimetler Allah'tandır ve bunları kıskanmak Allah'ın takdirine karşı gelmek anlamına gelir.
Bu nedenle müminlerin kıskançlık gibi bir tavırdan kesinlikle uzak durmaları gerekmektedir. Bu, hem Allah'ın rızasına muhalif bir harekettir hem de ayetin hükmüne göre, müminlerin gücünün azalmasına neden olur:
"Allah'a ve Resulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir."(Enfal Suresi, 46)Bu nedenle mümin, kardeşleri ile arasında bir çekişme, rekabet ortamı oluşmasına kesinlikle engel olmalıdır. Olabildiğince mütevazi, alçak gönüllü olmak, rekabet tehlikesini yok eder.




MEVLA (Dost, sahip, müminlerin dostu olan, onlara hayır yolları açan ve onları muvaffak kılan.)

"Hayır, sizin mevlanız Allah'tır. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır." (Al-i İmran Suresi, 150)
Mümin, sonsuz güç ve kudret sahibi olan Allah'a muhtaç olduğunu bilir. Herşeyin gerçek sahibi Rabbimizdir. Bu yüzden de insanın yegane dostu Allah'tır. Ve O'nu vekil edinmesinden dolayı yaşamı boyunca her türlü sıkıntı ve üzüntüden de uzaktır. Allah, velisi olduğu kulunun üzerine ayette haber verdiği üzere, "güven duygusu ve huzur" (Tevbe Suresi, 26) indirir.
Müminin üzerindeki bu huzur, her namazda, her salih amelde, Allah rızası için yaptığı küçük büyük her işte Rabbimizin kendisini gördüğünü ve bunların karşılığını kat kat fazlasıyla vereceğini bilmesinden doğar. Mümin Mevlası olan Allah'ın, kimseye güç yetiremeyeceğinden fazlasını yüklemeyeceğini de bilir. Sadece O'na tevekkül eder. Allah, müminlerin içinde bulundukları bu ruh halini Kuran'da şöyle bildirmiştir:
"De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)



Sakın unutma

Kuran ahlakının topluma getiracaği faydalar

Din, Allah'ın insanlar için seçip beğendiği ve her insanın yaratılışına en uygun olan ahlakın yaşandığı, her türlü hurafe ve batıl inançtan arınmış, tamamen Kuran'ın rehberliğinde olan bir yaşam şeklidir.
Bu nedenle dinin yaşandığı toplumlarda, insanlar arasında güzel ahlak hakim olur, dolayısıyla derin, maneviyatlı, neşe, huzur ve güven dolu ortamlar oluşur. Devlete ve millete büyük zararlar veren anarşi belası kesinlikle son bulur. İnsanlar, Allah'tan korktukları için itaatsizlikten ve bozgunculuk çıkarmaktan da şiddetle kaçınırlar. Ayrıca manevi değerlere sahip kişiler devletine ve milletine de sahip çıkar ve bu değerler için her türlü fedakarlığı yapmaktan çekinmezler. Bu ahlaktaki insanlar daima ülkenin refahı ve huzuru için çalışırlar.
Kuran ahlakının yaşandığı bir toplumda yaşayan insanlar, birbirlerine karşı son derece saygılı olur ve herkes birbirinin rahatını ve güvenliğini kollar. İslam ahlakında dayanışma, birlik ve beraberlik çok önemlidir. Her insan kendinden önce diğer insanların rahatını ve çıkarını düşünmelidir. Allah Kuran'da müminlerin bu ahlakını şöyle bildirmektedir: "Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır." (Haşr Suresi, 9)
Allah korkusu ile hareket edilen böyle bir ortamda herkes toplumun refahı için çalışır, israf yapılmaz, dayanışma içinde olunur, herkes birbirinin menfaatini gözetir ve bu sayede de refah seviyesi yüksek, zengin bir toplum oluşur.
Böyle bir toplumda maddi yönden zenginliğin yanında, manevi yönden de bir zenginlik yaşanır. İnsanların olaylar karşısında oluşturdukları, kargaşa hali, isyankar tavırlar tamamen ortadan kalkar. Herkes tevekküllü davranır ve her soruna akılcı çözümler getirilir, her olay sükunetle halledilir. Daima huzur içinde bir hayat sürdürülür.


Anemon bitkileri ve balıkları
Anemon bitkileri duyargalarının üzerinde bulunan çok sayıdaki yakıcı kapsül, kendilerine herhangi bir şey dokunduğu veya sürtündüğü anda hemen açılır ve etkisi çok güçlü olan bir zehir salgılar. Bu, çoğu zaman zehiri alan canlının felç olarak ölmesine sebebiyet verecek kadar güçlü bir sıvıdır. Anemon bitkilerinin etki etmediği canlılar da vardır. Örneğin Anemon balıkları, anemon bitkilerinin yakıcı kapsüllerinin arasında yaşayabilen nadir canlılardandır. Anemon balıklarının üzerinde bulunan "saydam madde" bitkideki bu yakıcı kapsülleri durdurabilecek niteliktedir. Bitkiye yaklaşan balık, gövdesini yavaş yavaş anemonlara değdirmeye başlar. Üzerindeki saydam madde sayesinde zehirden çok fazla etkilenmeyen anemon balığının amacı yakıcı kapsüllerin üzerinde patlamasını sağlamaktır. Anemon balığı birkaç denemenin sonunda zehire bağışıklık kazanır ve bitkinin dokunaçlarının arasına yerleşir. Yeni doğan ve Anemon bitkilerine karşı hiçbir bağışıklığı bulunmayan balıklar da, diğerlerinin geçtiği aşamalardan tek tek geçer. Allah yarattıklarını en iyi bilendir, koruyandır.










Vücudumuzdaki orantı










Vücudumuzda bulunan tiroksin hormonunun mucizevi bir özelliği vardır: Tiroksin hormonu büyüme hormonu ile işbirliği yapar. Büyüme hormonu, gelişme dönemindeki bir çocuğun hücrelerine bölünerek çoğalma ve büyüme emri veren moleküllerdir. Büyüme hormonu hücrelerin bölünme sayısını ve miktarını belirler. Ancak planlanması gereken çok önemli bir ayrıntı daha vardır; hücrelerin bölünme hızı. Tiroksin hormonu büyüme çağında hücrelerin bölünme hızlarına da etki ederek sağlıklı bir şekilde gelişmenin tamamlanmasını sağlar. (Harun Yahya, Hormon Mucizesi)
Tiroksin hormonunun önemini anlamak için aynaya bakmanız yeterlidir. Doğuştan bir hastalığı olmadığı sürece her insanın ağzı, burnu, gözleri kısaca yüzünün ve vücudunun tamamı hemen her insanda birbirine benzeyen bir orana sahiptir. İşte vücudunuzun bu orana sahip olmasını, Allah'ın kusursuz bir işlev ile yarattığı tiroksin hormonuna borçlusunuz. Eğer bundan yıllar önce -gelişme çağında bulunan bir okuyucu iseniz bu satırları okuduğunuz anda- vücudunuz henüz gelişmekte iken, tiroksin molekülleri teker teker hücrelerinize gidip, hangi hızda bölünmeleri gerektiğini bu hücrelere bildirmeseydi, vücut organlarınız son derece orantısız gelişirdi. Hatta bu durum zeka geriliğine bile neden olabilirdi. Nitekim doğumdan hemen sonra tiroksin hormonunun az salgılanması ile ortaya çıkan kretinizm hastalığında zeka geriliği görülür. Bu hastalığa yakalanan insanlar gelişme çağı sonunda orantısız -genellikle çok kısa bacaklı ve büyük kafatasına sahip- bir vücuda sahip olurlar. Ayrıca tiroksin yokluğu cüceliğe neden olur.









Günlük yaşamda gördüğünüz insanlar; okul arkadaşlarınız, iş arkadaşlarınız, sokakta yürüyen insanlar, aileniz... Bütün bu insanlar vücut şekillerine Allah'ın mükemmel bir şekilde yarattığı bu iki küçük molekül -büyüme hormonu ve tiroksin hormonu- sayesinde sahip olmuşlardır. Bu hormonlar en doğru zamanda, en doğru miktarda salgılanmış, trilyonlarca hücreye teker teker hükmetmiş, bu hücrelere ne kadar ve hangi hızda çoğalmaları gerektiğini bildirmiş ve sonuçta ortaya insanın mükemmel yapısı çıkmıştır.
Her insanda bu moleküllerin üretim miktarları son derece özel bir şekilde -ne az, ne fazla- ve her insanın bedenine en uygun şekilde ayarlanmıştır. Eğer bu hormonların üretim miktarlarında insandan insana ciddi değişiklikler olsaydı ne olurdu? O zaman insanların fiziksel görünüşleri arasında çok ciddi değişiklikler olurdu. Milyarlarca insan 2.5-3 metre uzunluğunda, milyarlarca insan yalnızca 1 metre veya daha az uzunlukta, her biri orantısız vücut ve yüz yapılarına sahip, hemen hemen tamamı zeka geriliğine sahip olarak yaşardı. Milyarlarca insan da henüz ergenlik çağında yaşamını yitirirdi.
Sonuç olarak tekrar etmek gerekirse; insan nesli sahip olduğu dış görünüşünü ve fiziksel özelliklerini -Allah'ın kusursuz bir şekilde yarattığı- bu iki küçük moleküle, büyüme hormonu ve tiroksin hormonuna borçludur. Bu, insanın yaratılışını Allah'ın nasıl hassas dengeler üzerine bina ettiğinin bir başka delilidir:
"Gökleri ve yeri hak olmak üzere yarattı ve size düzenli bir biçim (suret) verdi; suretlerinizi de güzel yaptı. Dönüş O'nadır." (Tegabün Suresi, 3)

Masaüstü Görünümü