Harun Yahya

Makedonya sorunu, Balkanlar ve Türkiye - 10

Osmanlı Faktörünün Dönüşü

Balkanlar'da, yeni bir Devlet-i Ali Osmaniye'ye muhtaç, çok güçlü bir Türk-İslam varlığı bulunmaktadır ve bu durum Türkiye için büyük bir şanstır. Eğer bu şans iyi değerlendirilirse ve Türkiye bu kimliğini ön plana çıkararak, bölgeye yön veren bir siyasi güç haline gelecektir.

Balkanlar'da çok güçlü bir Türk-İslam varlığı bulunmaktadır. İşte bu nedenle de Türkiye'ye çok büyük bir sorumluluk düşmektedir. Çünkü gerek Bosna, gerek Kosova, gerekse Makedonya'da yaşananların tarihi kökenleri incelendiğinde, tek uzun vadeli çözümün Osmanlı vizyonu olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu bölgede var olan Türko-İslami kuşak, Türkiye'nin önüne hem tarihsel ve politik bir sorumluluk, hem de büyük bir stratejik fırsat sağlamaktadır. Bu kuşağı korumak, harekete geçirmek, Türkiye'nin etki alanının genişlemesini sağlayacaktır.

Balkan Politikasının Kültürel Boyutu

Balkan politikasının bir de kültürel boyutu olmalıdır. Bugün Balkanlar'daki Sırp milliyetçileri Osmanlı'yı Balkanlar'ı sömürmüş emperyalist bir güç olarak resmetme çabasındadırlar. Bu asılsız, ancak etkili propagandaya karşı Türkiye tarihsel gerçekleri ortaya koyarak, Osmanlı döneminde Balkanlar ve Ortadoğu'da nasıl bir istikrar, adalet, barış ve nizam kurulduğunu izah etmektedir. Bu tarihsel gerçek Türk dış politikalası için temel haline gelmiştir. Türkiye'nin stratejik ufku, Osmanlı mirasına sahip çıkmasıyla orantılı olarak genişleyecektir. Türkiye'nin 21. asırda bir bölge gücü haline gelmesi, tarihsel ve dini kimliklerin giderek daha önemli hale geldiği dünyaya damgasını vurabilmesi, ancak böyle mümkün olabilir.

Önceki bölümlerde incelediğimiz İstanbul'dan Bihaç'a uzanan Türko-İslami kuşak, Soğuk Savaş döneminde adeta uykuya yatmıştı. Öncelikle, bu kuşağın geçtiği ülkelerin Yunanistan hariç hepsi komünist rejimlerin egemenliğindeydiler. Dahası, Soğuk Savaş'ın durgun ve sabit atmosferi, Balkanlar'ı da dondurmuştu, bölgede hiçbir "manevra alanı" bırakmamıştı.

Ancak, daha önce de belirttiğimiz gibi Soğuk Savaş bitti ve tarih yeni bir döneme girdi. Balkanlar'da rejim, hatta harita değişiklikleri yaşandı. Türko-İslami kuşak ise bu köklü değişimin tam merkezinde yer alıyordu. Bosna'daki savaş, bu kuşağın en batıdaki temsilcisi olan Bosnalı Müslümanlara yönelen Sırp saldırganlığının bir sonucuydu. Bugün Balkanlar'ın "barut fıçısı" sayılan diğer bölgeleri de aynı kuşağın parçasıdırlar; Kosova, Sancak ve Makedonya...

Bu durum kuşkusuz Türkiye'yi çok yakından ilgilendirmektedir, çünkü Türkiye, Osmanlı'nın devamıdır, Osmanlı'nın mirasına sahiptir. Bu gerçek ise, Türkiye'ye hem yeni stratejik ufuklar, hem de politik ve ahlaki sorumluluklar getirmektedir.

Yunanlı siyaset bilimci Thanos Veremis, "Osmanlı faktörü"nün bu "geri dönüşünü" ve Türkiye ile olan ilişkisini şöyle yorumluyor:

"Balkanlar'ı potansiyel olarak destabilize edecek ve bölebilecek faktörlerin başında "Osmanlı faktörü"nün yeniden ortaya çıkışı gelir. Osmanlılar'ın bölgeden çekilmesinden bu yana, Türkiye'nin Balkanlar'daki Müslümanlara yönelik ciddi bir ilgisi olmamıştı. Ancak Doğu Avrupa'da komünizmin çöküşüyle birlikte, Türkiye'nin Balkan Müslümanları ile olan ilgisi de önem kazandı... Bulgar, Türk, Sırp, Hırvat ve Arnavut gibi farklı etnik kökenlerden gelen milyonlarca Balkan Müslümanı, Karadeniz'den Adriyatik'e kadar uzanan bir coğrafi kuşak oluşturmaktadırlar. Türkiye'nin, bu Balkan Müslümanlarının koruyuculuğunu üstlenerek bölgedeki etkisini büyütmesi, muhtemel bir gelişmedir." (Thanos Veremis, "Greece: The Dilemmas of Change", s. 131-132)

Ayrıca, Veremis'in yine aynı makalede vurguladığı gibi, bu kuşağın çok önemli bir stratejik özelliği daha vardır: "Yunanistan ile onun kuzeydeki Ortodoks müttefikleri, özellikle de Sırbistan arasında bir duvar oluşturmaktadır. Türkiye eğer bu duvarı güçlendirebilirse, Sırbistan ile Yunanistan'ı birbirinden ayıran bir doğal engel yaratabilir. Böylece gerek Bosna-Hersek yönetimi, gerekse Türko-İslami kuşağın diğer üyeleri için büyük tehlike oluşturan bu iki müttefik Ortodoks gücün etkisi azaltılmış olur."

Kısacası Yunanlı gözler, Türko-İslami kuşağın Türkiye için büyük bir stratejik avantaj, bir "etki alanı" imkanı yarattığını görebilmektedir.

Türk ve İslam Kimliği Ya da Osmanlı Vizyonu

Thanos Veremis, Türkiye'deki önemli bir noktayı daha görmekte ve göstermektedir: Yunanlı yazara göre, geçmiş dönemde Türkiye'nin Balkanlar'dayeterli etkiyi oluşturamamış olmasının en büyük nedenlerinden biri, "İslam ve Türk milliyetçiliği arasında yapılmış olan zoraki ayırım"dır. Yine Veremis'e göre, "Türkiye'nin Balkanlar'da etki sahibi olmaya başlamasında, Türk milliyetçiliği ile İslami kimliğin yeniden uyum içinde birleştirilmesi" etkili olmuştur. Yazar daha da ileri giderek, Türkiye'nin Balkanlar'da ilerlemesini sağlayacak olan formülün, Ziya Gökalp'in yüzyılın başında ortaya koyduğu "Türkleşmek, İslamlaşmak, Çağdaşlaşmak" formülü olduğunu söylemektedir.

Bu durum, Türkiye'nin Balkanlar'da güçlenmesi için İslami kimliğini vurgulaması gerekmektedir. Bölgede, yeni bir Devlet-i Ali'ye muhtaç bir Türk-İslam varlığı vardır ve bu durum Türkiye için büyük bir şanstır. Eğer bu şans iyi değerlendirilirse, Türkiye bölgeye yön veren bir siyasi güç haline gelebilir.

Ekonomik sıkıntının aşılması, hem Türkiye'ye daha büyük bir itibar kazandıracak, hem de dış politikaya ayrılabilecek kaynakları artıracaktır. Çünkü bir "etki alanı" oluşturmak, öncelikle ekonomik güç gerektirir.

Tüm bunların ötesinde, bir de Türk toplumunun zihninde "büyük ülke" inancının ve arzusunun uyandırılması gerekmektedir. Bir imparatorluğun mirasçısı olan Türk toplumu, bu inancın mayasına sahiptir.

Masaüstü Görünümü