Harun Yahya

Faşizm ve ırkçılık

Faşist vahşetin temelinde, insanları bir hayvan türü olarak gören, bazı insan ırklarını ise "zararlı hayvanlar" olarak kabul eden Darwinist-faşist ırk teorisi yatmaktadır.

Nazi ideolojisine göre ırklar üç temel kategoriye ayrılıyordu: Birinci kategori olan "medeniyet üreten ırklar", Almanlar ve diğer Kuzeyli kavimlerdi. "Medeniyeti izleyen ırklar" ise, medeniyeti ilerletme yetenekleri olmayan, fakat taklit edebilen "sıradan" ırklardı. Hitler, Çinliler, Japonlar gibi milletleri bu ikinci kategoride sayıyordu. Üçüncü kategori ise "medeniyeti tahrip eden ırklar"dı ki, bunlar Yahudiler, Slavlar, Zenciler gibi ırklardı.

Nazi ideolojisi, Alman ırkının diğer "aşağı" ırklarla karışmasını evrime aykırı bir "biyolojik hata" olarak görüyordu. Hitler, şöyle diyordu: "Tarih boyunca Alman ırkının diğer ırklarla karışmış olması bize bir dünya hakimiyetine mal olmuştur. Alman milleti yeryüzünün hakimi olabilirdi." (Prof. Dr. Ayferi Göze, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, 9. Baskı, Beta Yayınları, s. 349)

Bu nedenle Naziler iktidara geldikleri günden itibaren bu sözde "evrimsel hata"yı gidermeye çalıştılar. Bu amaçla Hitler tarafından 1933 yılında bir seri yasa çıkartılarak, ırklar arasında temizlik işlemine girişildi. Yalnızca Alman kanı taşıyanlara yurttaş sayılma hakkı tanındı ve onlara ayrıcalıklar verildi. Haziran 1933'de ise toplumu çingenelerden, zencilerden, Yahudilerden ve özürlülerden arındıracak bir kanun çıkarıldı. Hitler bu uygulamaları şöyle savunuyordu:

Devlet yeni melezleme olaylarını kesinlikle durdurmalıdır. Bu konuda insanların kutsal haklarından söz edilemez, çünkü insanın tek kutsal hakkı vardır ve bu hak aynı zamanda vazifelerin en kutsalıdır: Kanının saf kalması için çalışmak. Şu halde ırkçı bir devletin herşeyden önce evlenmeyi ırk bozulmasının ittiği çukurdan çıkarması gerekecektir..(Prof. Dr. Ayferi Göze, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, 9. Baskı, Beta Yayınları, s. 349)

Hitler'in sözde 'üstün ırk' saplantısı


Hitler aşağı ırklar bir kere yok edilirlerse gelecek nesillerin, insanlığı geliştirmesi nedeniyle kendisine müteşekkir olacaklarına inanıyordu.. Hitler, Darwin'den aldığı ilhamla "türetmek" istediği sözde "üstün ırk" gençlerini ise şöyle tarif ediyordu:

"... Sadece şu genç erkek ve oğlanlara bir bakınız. Nasıl bir insanlık malzemesi. Ben onlara yeni bir dünya kuracağım. Benim pedagojim serttir. Ben çekiçle çalışıyorum ve çürük zayıf olan herşeyi bir yana atıyorum. Biz, önünde dünyanın titreyeceği bir gençlik yetiştireceğiz. Kaba, hükmedici, korkusuz ve acımasız bir gençlik. Onu böyle istiyorum! O, mutsuzluğa dayanabilecektir. Onda zayıf, nazik hiçbirşeyin olmamasını istiyorum. Ona fiziksel idmanlar yaptıracağım. Herşeyden önce güçlü olsun: en önemlisi budur." (Murat Çulcu, Neonazizm'in Suçüstü Tutanakları, Kastaş Yayınları, Eylül 2000, s. 152)

Peki Hitler oluşturmak istediği "Kaba, hükmedici, korkusuz ve acımasız üstün ırk"ı nasıl meydana getirecekti? Sadece propaganda yöntemleri bu iş için yeterli değildi. Nazi ırk teorisi, insanı bir hayvan olarak görüyor ve hayvan yetiştiricilerinin yaptığı gibi "ıslah edilmesini" öngörüyordu.

İşte bu nedenle Naziler, "öjeni" teorisine sarıldılar ve bunu uygulamaya koydular. Öjeni, kitabın önceki sayfalarında incelediğimiz gibi, kökenleri eski Yunan'daki pagan Sparta kentine dayanan ve 19. yüzyılda Charles Darwin'in kuzeni Francis Galton tarafından yeniden gündeme getirilen "insan ırkının ıslahı" teorisiydi. Ernst Haeckel öjeninin nasıl yapılacağını tarif etmiş, sakat bebeklerin doğdukları anda öldürülmelerini, sağlıksız, zayıf veya zeka yönünden geri insanların kısırlaştırılmalarını savunmuştu.

Nazilerin "Irksal Sterilizasyon" kanunları


Naziler bu insanlık dışı teoriyi uygulamakta gecikmediler. İktidara geldikleri 1933 yılında "ırksal sterilizasyon" kanunları çıkartıldı. Bu kanunlara göre sakatlar, zeka özürlüler, hastalıklı kimseler kısırlaştırılmalı ve böylece üremeleri engellenmeliydi. Hatta, toplumdan soyutlanmalı ve bu nedenle belli merkezlerde toplanmalıydılar. Naziler bu merkezleri vakit yitirmeden kurdular ve pek çok insanı buralara toplayıp hayvan muamelesi gösterdiler. "Nazi Kutsal Sağlık Mahkemeleri" ilk üç yıl içerisinde 80.000 kişiye kısırlaştırma ameliyatı yaptı.

Zaman içinde Almanların öjeni politikaları daha da şiddetlendi ve sonuçta geri zekalılara, delilere ve diğer istenmeyen kişilere "ötenazi" uygulandı. Yani bu kişiler, ilaç verilmek suretiyle öldürüldüler. Bu dönemde kaydedilmiş bazı film ve fotoğraf görüntüleri, Nazi doktorları tarafından zehir enjekte edilerek öldürülen binlerce akıl hastası veya sakat insanın içler acısı durumunu göstermektedir. Yaşlılar ve küçük çocuklar dahi bu vahşetin hedefi olmuşlardır.

Nazi Almanyası bu korkunç vahşeti kılını bile kıpırdatmadan uygularken, bir yanda da "pozitif ıslah" çalışmalarına başladı. Bu, hastaların öldürülmesi anlamına gelen "negatif ıslahın" yerine, ırksal yönden "kaliteli" bulunan Almanların çoğaltılmasını hedefliyordu. Bu politika gereği "Aryan ırkından" olduğu kabul edilen kadın ve erkeklerin birleşmesi ve çocuk sahibi olması desteklendi. (Philip Reilly, "A Look Back at Eugenics", Gene Letter, Cilt 1, Sayı 3, Kasım 1996)

Bu amaçla "üstün ırk" özelliklerine sahip olduğu düşünülen (sarışın, mavi gözlü, yapılı) kadınlar seçilip özel evlere yerleştirildiler ve programda kaldıkları sürece mümkün olduğunca fazla sayıda Nazi subayı tarafından hamile bırakıldılar.

Amaç iyi bir inek veya at cinsi yetiştirir gibi, iyi bir "Aryan ırk" nesli yetiştirmekti. Ama elde edilen sonuçlar Nazileri hayal kırıklığına uğratacak ve bu çocukların IQ'larının genel ortalamadan daha düşük olduğu ortaya çıkacaktı. (Jerry Bergman, Darwinism and the Nazi Race Holocaust,http://www.trueorigin.org/holocaust.htm)

Hitler öjeni ve ırkın saflaştırılması uygulamalarını şöyle savunuyordu:

"Faşist devlet en yüce politik ve sosyal değerdir; onun güçlenmesine yardım eden herşey ahlaka uygundur; engel olan ise ahlaka aykırıdır ve yok edilmelidir. İnsan yaşamının, faşist toplumuna yararlı olduğu nispette anlamı vardır." (Murat Çulcu, Neonazizm'in Suçüstü Tutanakları, Kastaş Yayınları, Eylül 2000, s. s. 334)

Nazizm'in Diğer Irklara Yönelik Vahşeti

Nazizm'in ırkçı vahşeti, sadece Almanya sınırları içindeki "uygun olmayan" insanları değil, tüm dünyayı hedef alıyordu. Hitler'in rüyası bütün dünyaya hükmedecek bir Alman İmparatorluğu kurmak ve dünya üzerindeki tüm "aşağı" ırkları sterilize ederek sözde "insan evrimi"ni hızlandırmaktı. Nitekim bu, Darwin'in de dile getirdiği bir kehanetti. Bilindiği gibi Darwin, İnsanın Türeyişi isimli kitabında, "yakın bir gelecekte medeni insan ırkları, vahşi ırkları tamamen yeryüzünden silecekler ve onların yerine geçecekler. Öte yandan insansı maymunlar da... kuşkusuz elimine edilecekler." diyordu. Darwin'in bu kehanetini uygulama görevini de Hitler üstlenmişti.

Bu planı 1939 yılında uygulamaya koydu. Şok saldırılarla önce Polonya'yı, ardından Danimarka, Norveç, Belçika, Hollanda, Fransa, Yugoslavya ve Yunanistan'ı, Kuzey Afrika'yı ve Sovyetler Birliği'ni işgal etti. İşgal altındaki ülkelerin halklarına, özellikle "aşağı ırklar" kategorisine dahil edilen insanlara büyük bir zulüm uygulandı. Milyonlarca insan tutsak olarak çalıştırılmak üzere toplama kamplarına gönderildi ve feci şartlarda yaşatıldı. Bu kamplarda yaşamını yitiren yüz binlerce Yahudi, Çingene, Slav, Rus ve diğer milletlerden insanlar, Darwinist ırkçılığın vardığı sonucu belgelemektedir. (Kamplarda yaşamının yitiren Musevilerin bir kısmı da gerçekte Musevi Hazar Türkleridir.)

Bu akıl almaz vahşetin temelinde, insanları bir hayvan türü olarak gören, bazı insan ırklarını ise "zararlı hayvanlar" olarak kabul eden Darwinist-faşist ırk teorisi yatmaktadır. Nitekim Mengele'nin geçmişine bakıldığında, bu teoriyle eğitildiği açıkça görülmektedir.

Sosyal Darwinizm, Nazi vahşetinin her aşamasında bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Nazi vahşetinin en önde gelen mimarlarından biri olan SS Şefi Heinrich Himmler'in ilham kaynağı da Darwinist "çatışma" ve "yaşam mücadelesi" kavramlarından başka bir şey değildi. Uyguladığı zulmün sözde "bilimsel" mantığını şöyle açıklamıştı: "Doğanın kanunu, güçlü olanın hayatta kalacağı dünyamızda rolünü oynamalıdır."
(http://emporium.turnpike.net/C/cs/hssodar.htm)

Himmler, Aryan ırkından olmayan insanları, özellikle Slav, Yahudi, Rus gibi halkları birer hayvan olarak görüyor ve onlara her türlü zulmün uygulanmasını doğal kabul ediyordu. Esir Rus kadınlar hakkında şöyle konuşmuştu:

"Tank-savar engeli için çukur kazan 10.000 Rus kadını aynı anda bitkinlikten yere yıkıldıklarında beni ilgilendiren tek şey o çukurun Büyük Almanya'nın çıkarları için tamamlanması gerektiğidir. Kadınlar kaldırılmalı ve işlerini bitirmelidirler. Sonra ölürlerse ölsünler." (Dünya Savaşları Ansiklopedisi, 8. Cilt, Birinci Dünya Savaşı, Türk Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi, s. 777)

Hitler'in sözde "üstün ırkın egemenliği" için başlattığı II. Dünya Savaşı'nın bilançosu ise çok ağır oldu. 55 milyondan fazla insan öldü, bunların çoğu sivildi. Maddi kayıp olağanüstü rakamları buldu. Nazileri bu facia için harekete geçiren en büyük etken ise, sahip oldukları "üstün ırk" iddiasıydı. Bu iddianın kökeni de, Darwin'in evrim teorisiydi.

Gerçek üstünlük 'takva" iledir


Allah insan ırklarını birbirleri ile eşit yaratmış, üstünlüğün takvaya yani Allah'tan korkup O'nun emirlerine uymaya göre olduğunu bildirmiştir. İnsanlara zulmetmeyi, acımasız davranmayı ise yasaklamıştır. Tarih boyunca bu emre karşı gelen zalim liderler ve kavimler hep aynı acı sonla karşılaşmışlardır. Mümin Suresi'nin 56. ayetinde bildirildiği gibi, "göğüslerinde kendisine ulaşamayacakları bir büyüklük" isteği taşıyanlar, hiçbir zaman bu isteklerine ulaşamamıştır. Allah, Şuara Suresi'nin 227. ayetinde "... zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir" diyerek, bu insanların dünyada hezimetle karşılaşacağını haber vermiştir. İnsanlara zulmedenlerin ahirette karşılaşacakları son ise çok daha acıdır:

Gerçek şu ki, inkar edenler ve zulmedenler, Allah onları bağışlayacak değildir, onları bir yola da iletecek değildir. Ancak, onda ebedi kalmaları için cehennem yoluna (iletecektir.) Bu da Allah'a pek kolaydır. (Nisa Suresi, 168-169)

Masaüstü Görünümü