Harun Yahya

Amerika'nın gizli tarihi -5-

CFR'nin Kuruluşu ve Başkan Wilson'ın Akıl Babaları

20. yüzyılın başına gelindiğinde, Amerika'daki pek çok entelektüel, yayılmacı politikayı benimsemişti. Ancak Amerikalıların bir bölümü, Püriten-Yahudi geleneğinden kaynaklanan yayılmacı politikaya karşı çıkıyor ve Amerika'nın da-dünyanın hemen hemen bütün diğer ülkeleri gibi-asıl olarak kendi sorunlarıyla uğraşması gerektiğini, başka toplumların içişlerine karışmak gibi bir "misyon" ya da hak sahibi olmadığını söylüyorlardı. Bu görüşü savunanlar "isolationist" (izolasyoncu), Amerikan yayılmacılığını savunanlar ise "internationalist" (uluslararasıcı) olarak tanımlandı. "İzolasyoncu"larla, "uluslararasıcı"lar arasında onyıllarca süren tartışma, 1917 yılında ikinci grubun zaferiyle sonuçlandı. Bu tarih, Amerikan emperyalizminin resmen doğduğu tarih olarak da kabul edilebilir. O yıl, Başkan Woodrow Wilson, her ne kadar seçim öncesinde Amerika'yı savaşa sokmayacağını vaad etmiş olsa da, Amerika'nın I. Dünya Savaşı'na girmesi gerektiği ile ilgili olarak Kongre'ye çok önemli bir mesaj yolladı. Ve o tarihten sonra da Amerikan yayılmacılığı ülke dış politikasının asıl amacı haline geldi.

Bugün Amerika'da izolasyoncu görüşü savunmaya devam edenlerin çoğu, Wilson'ı, Amerika'yı normal bir devlet olmaktan çıkarıp, "dünyanın başına bela" haline getiren adam olarak görürler. Ancak gerçekte bu kritik politika değişikliğini yapan irade, Başkan Wilson'dan çok, onu manipüle eden bir grup elittir.

Bu "elitlerin" adresini aramaya kalktığımızda ise, kaçınılmaz bir biçimde, ABD emperyalizminin "nüvesi" olan CFR, yani Council on Foreign Relations (Dış İlişkiler Konseyi) ile karşılaşırız. CFR'ın öyküsü, I. Dünya Savaşı'nın hemen ardından toplanan Paris Barış Konferansı'na uzanır. Konferansa' katılan delegeler, 30 Mayıs 1919'da Paris'te Hotel Majestic'te uluslararası bir grup kurmak amacıyla toplandılar; böylece uluslararası ilişkilerde hükümetlerine tavsiyede bulunacaklardı. Bu toplantıda oluşturulan organizasyona Institute of International Affairs (Uluslararası İlişkiler Enstitüsü) adı verildi. 5 Haziran 1919'daki bir toplantıda ise bunun tek bir organizasyon değil, birbiriyle yardımlaşan ayrı kuruluşlar olarak düzenlenmesine karar verildi. Sonuçta merkezi New York'ta olan ve Amerikan dış politikasıyla ilgilenecek olan Council on Foreign Relations (CFR) kuruldu. Londra'da da Royal Institute of International Affairs (RIIA) oluşturuldu. Bu, aynı zamanda Chatham House olarak da biliniyordu ve görevi İngiliz hükümetinin dış politikasını belirlemekti. Yan kuruluşu olan The Institute of Pacific Relations (Pasifik İlişkiler Enstitüsü) sadece Uzakdoğu ilişkilerini düzenlemek için kurulmuştu. Enstitünün benzerleri Paris ve Hamburg'ta da oluşturuldu. Hamburg kolu Institut für Auswartige Politik, Paris kolu da Centre d'Etudes de Politiques Etrangeres olarak biliniyordu. Kısacası, bir anda, Batı'nın büyük güçlerinin dış politikalarını yönlendirecek yeni kurumlar oluşturulmuştu.

Dikkat edilmesi gereken, dünyanın lider ülkelerinin dış politikalarını yönlendirmek amacını güden bu kuruluşların kimler tarafından kurulduğu ve finanse edildiğiydi. Finansörler ikiye ayrılabilirdi. "Avrupa yakası"ndakilerin en büyük temsilcisi, ünlü yahudi finans hanedanı Rothschildlar'dı.

Amerika'da ise birden fazla finansör vardı.





Albay House ve Başkan Wilson


Wilson politikalaından söz eden ve "perde arkasını" arayan kaynakların hemen hepsi, Wilson'un özel danışmanı Albay Edward Mendell House üzerinde çokça dururlar. Çünkü rütbesinden çok daha büyük bir güce sahip olan House, CFR'nin önde gelen kurucularından birisidir ve Wilson üzerinde de büyük bir etkiye sahiptir. Amerikalı siyasi tarihçi Dan Sommot'a göre, "House, Wilson'ın çoğu iç ve özellikle de dış politikalarını üretmiş, kabine üyelerinin seçiminde büyük rol oynamış ve Wilson'ın Dışişleri Bakanlığını büyük bir ustalıkla yönetmiştir." House'un Başkan üzerindeki olağanüstü etkisi, Britannica'nın İngilizce baskısında da şöyle vurgulanıyor.House, kabinede herhangi bir görev almayı reddetmesine rağmen, Wilson'un 'sessiz partneri' konumuna geldi. Kabine ve Kongre üyeleri üzerindeki kişisel etkisi, Wilson'ın politikalarını denetlemesini sağladı. Özellikle dış politika konularında çok etkiliydi ve yakın ilişkiler kurduğu Avrupalı liderle birlikte Amerikan dış politikasını koordine etme şansı buldu.

Böyle bir tablo karşısında, doğal olarak, "House'un gücü nereden geliyordu?" diye sormak gerekiyor. Bu noktada, House'ın çok yakın ilişki içinde olduğu bazı New York bankerlerini adlarını öğreniyoruz. Dan Smoot, AlbayHouse'un; Paul ve Felix Warburg, Otto H. Kahn, Henry Morgenthau, Jacob ve Mortimer Schiff, Herbert Lehman gibi büyük finansörlerle yakın ilişki içinde olduğunu, hatta bir anlamda onların Washington'daki temsilciliklerini yaptığını yazar.House'un büyük gücü arkasındaki bu sermaye desteğine dayanıyordu. Amerikalı yazar George Sylvester, 1932 yılında yazdığı ve House-Wilson ilişkini konu alan The Strangest Friendship in History; Woodrow Wilson and Col. House (Tarihteki En İlginç Dostluk: Wilson ve House) adlı kitabında şöyle yazıyordu: "Schiff, Warburg, Kahn, Rockefeller gibi dev finansörler, House'a çok güveniyorlardı. House, bu finansörler ile Beyaz Saray arasındaki aracıydı."İşte bu noktada çok ilginç bir şeyle karşılaşıyoruz. Çünkü, bu büyük bankerlerin çok önemli bir ortak özelliği vardı: İstisnasız hepsi yahudiydi! Encyclopaedia Judaica, sözkonusu bankerlerle ilgili önemli bazı bilgiler veriyor:

Paul Warburg; Hamburg doğumlu bir Alman yahudisi, sonradan ABD'ye göç ediyor, büyük bankerlerin arasına giriyor. Yahudi bankerlerin geleneksel tavrına uygun olarak, bir başka yahudi banker ailenin kızıyla, Kuhn, Loeb şirketinin sahibi Solomon Loeb'in kızı Nina Loeb ile evleniyor. Serveti gittikçe büyüyor. "Bilinçli" bir yahudi; sayısız yahudi örgütüne finansal destek sağlıyor. Paul Warburg, ayrıca bir de "bir dünya hükümeti ister istemez kurulacak; tek sorun bu sonuca güzellikle mi yoksa zorla mı ulaşılacağıdır" şeklindeki ünlü sözüyle de tanınıyor.

Felix Warburg ise en az kardeşi Paul kadar "bilinçli". O da "ırk-içi" evlilik yaparak, Jacob Schiff'in kızı Frieda ile evleniyor. Pek çok yahudi örgütüne destek veriyor. Filistin'e yapılan yahudi göçünü ve Siyonist hareketi destekliyor. Filistin'deki yahudi göçmenlere ve Kudüs İbrani Üniversitesine büyük destek veriyor. Siyonist lider ve ilk İsrail devlet başkanı Chaim Weizmann ile işbirliği içinde.

Jacob Schiff, belki de sözkonusu yahudi bankerler içinde en önemlisi. Almanya kökenli ünlü bir haham ailesinin soyundan geliyor. Babası Moses, Rothschildlar'ın ortağı. Diğerleri gibi o da "ırk-içi" evlilik yapıyor ve Solomon Loeb'in diğer kızıyla evleniyor. Antisemit politikaları nedeniyle düşman olduğu Çar'ın devrilmesi için elinden geleni yapıyor; 1904-1905 Rusya-Japonya savaşında Japonlara 200 milyon dolar veriyor. Rus yahudilerini silah ve para yönünden desteklerken, Kerensky hükümetine yardım ediyor. (Ayrıca Schiff'in Bolşeviklere de büyük yardım yaptığı da biliniyor.)

"Yahudi olan hiçbir şey kalbime yabancı değildir" sözüyle tanınıyor. Tüm dünyadaki Yahudi organizasyonlarına para yardımı yapıyor. Talmud ve Tevrat eğitimini finanse ediyor. Amerikan başkanlarına Yahudiler lehinde hareket etmeleri için lobi yapıyor. Özellikle de 1917 yılından sonra, Filistin'de bir yahudi devleti kurulması çabasının güçlü destekçileri arasına giriyor. Mortimer Schiff ise onun kardeşi ve her zaman ağabeyinin yolunu izliyor.Herbert H. Lehman; Amerikalı Yahudi banker, politikacı ve devlet adamı. Lehman Brothers şirketi ile kısa sürede büyük servet elde ediyor. Sayısız yahudi organizasyonunu finansal yönden destekliyor. Daha sonraki dönemde "Roosevelt'in sağ kolu" oluyor. İsrail'in kuruluşuna destek veriyor; Filistin'e yahudi göçünü destekliyor. Dış politikada "internationalist" (yayılmacı) görüşü savunuyor ve İsrail Devleti'ne yapılan Amerikan desteğinin başlıca organizatörlerinden oluyor.

Otto Kahn ise Almanya kökenli Yahudi Kahn ailesinin Amerika'daki temsilcisi, büyük bir banker. O da "içerden" evleniyor; Yahudi Kuhn, Loeb şirketinin ortaklarından Abraham Wolff'un kızıyla nikahlanıyor. Otuz yaşındayken ABD'nin en önde gelen bir-iki bankeri arasına giriyor. Pek çok Yahudi organizasyonunu finanse ediyor.

Henry Morgenthau: Morgenthaular, Alman kökenli bir Yahudi ailesi. Henry Morgenthau, Yahudi ailenin Amerika'daki diplomat ve finansör üyesi. 1912-1916 yılları arasında Osmanlı'da Amerikan Büyükelçiliği yapıyor. (Morgenthau, bu yıllardan sonra, sözde Ermeni Soykırımı'nı konu edinen ve Osmanlı'yı soykırım uygulamakla suçlayan bir kitap da yazıyor.)

Morgenthau da bilinçli bir Yahudi; Wilson tarafından Polonya Yahudilerinin durumunu incelemekle görevli komisyonun başına atanıyor. Uluslararası Siyonist örgüt B'nai B'rith'in yönetim kurulunda çalışıyor.Kısacası, Başkan Wilson üzerinde büyük etkiye sahip olan Albay House, sözkonusu Yahudi bankerlerin, ya da "Yahudi önde gelenleri"nin adamıydı. Dolayısıyla House'ın Wilson'a yaptığı telkinlerin, gerçekte bu Yahudi liderlerin amaçları doğrultusunda olduğunu anlamak pek zor değildir. Bir başka deyişle, Wilson'ın gerçek akılhocaları, devrin önde gelen Yahudileridir.Dan Smoot, House'un Wilson'a yaptığı telkinlerden söz ederken, onu "Amerika'nın tüm dünya üzerinde 'demokrasi'yi korumak gibi kutsal misyonu olduğuna" ikna ettiğini yazıyor. House'un telkinleri, Amerika'nın resmi olarak 121 yıldır süren "izolasyoncu" geleneğinin kesin bir sona erişi ve Amerikan yayılmacılığının resmen onaylanmasıyla sonuçlanmıştı. Wilson'ın Almanya'ya karşı savaşa girmesindeki en büyük etken ise, yine Albay House'du; Yahudi önde gelenlerinin Washington'daki adamı...

House'ın ilginç bir başka icraatı ise, Başkan Wilson'a bir yandan da Siyonizm lehinde lobi yapmasıydı. Yahudi yazar Joshua B. Stein, o yıllarda İngiltere'de Siyonizm'in en önemli savunucularından olan Josiah Wedgwood'un, Başkan Wilson'la görüşerek, ona uzun uzun Siyonizm'in önemi ve bu işi için gereken Amerikan desteği konusunda telkinde bulunduğunu bildiriyor. Wedgwood'u Başkan'la tanıştıran ve görüşmeleri ayarlayan kişi ise kahramanımız Edward House!... House'un bir başka ilginç ilişkisi ise Siyonizm'e resmi İngiliz desteği anlamına gelen Balfour Deklarasyonu'nu yazan kişiyle, yani bir Hristiyan Siyonist olan Lord Balfour'la çok yakın bir dostluk kurmuş olmasıydı.

Masaüstü Görünümü