Harun Yahya

Ahtapotun kolları Avrupa'yı sarıyor

Tapınakçılar hem ideolojilerini yayabilecekleri hem içinde rahatça gizlenebilecekleri hem de yeni üye kaynağı olarak kullanabilecekleri örgütler kurmayı amaçlıyorlardı. Bu amaçla Almanya'da 'Gül-Haç', İngiltere'de masonluk örgütünün temellerini atarak tarikatı kısa sürede güçlü bir yeraltı organizasyonuna dönüştürdüler.

Kilise'nin dedikodu olarak algılamak istediği iddialar bu kadar somut hale gelince, Papa, işkence altında alınan ifadelerin yanıltıcı olabileceğini söyleyerek, Tapınakçıları özel bir ortamda kendisi sorgulamak istedi. Ancak bu girişim, iddiaları daha da kesin hale getirmekten başka bir işe yaramadı. Nitekim, 72 Tapınakçı, Papa'nın huzurunda serbest bir ortamda yeniden sorgulanınca, doğruyu söyleyeceklerine yemin ederek, önceki itiraflarının geçerli olduğunu tasdik ettiler. Yani, Hz. İsa'yı reddettiklerini, tarikata kabul edilirken haça tükürdüklerini ve diğer Kilise kayıtlarındaki ifadelerde geçen 'korkunç ve iğrenç' şeyleri yaptıklarını onayladılar. Sonra da diz çöküp, ağlayarak af dilediler. Bu durum, Kral Philippe hakkında yayılan ve onun "Tapınakçılara karşı yürüttüğü faaliyeti sırf para için, sahte suçlamalarla yaptığı" yönündeki dedikoduları da boşa çıkardı. Ayrıca, Tapınakçıların mülklerinin Kilise'ye devredilmesini kabul eden Kral'ın, aleyhindeki propagandanın aksine, tarikatı para için ortadan kaldırmadığı da anlaşıldı. Papa'nın daha fazla direnmesi artık imkansızdı. Üstelik Tapınakçıları mahkum etmekte gösterdiği tereddüt aleyhine dönmüş, halk arasında Papa'nın rüşvet aldığı, sapkınlarla iş birliği yaptığı dedikoduları yayılmaya başlamıştı.





TAPINAKÇILAR AVRUPA'DAN SÜRÜLÜYOR

Sonuçta, 1312'de toplanan Viyana Konsülü'nün kararıyla Tapınakçılık tüm Avrupa'da yasaklandı ve yakalanan üyeleri cezalandırıldı. Papa V. Clement'in 22 Mart 1312'de yayınladığı ve tarihe "Vox in excelso" adıyla geçen fermanıyla tarikat dağıtılarak varlığına resmen son verildi:

    ... Şehrin halkından bir ses! Tapınaktaki bir ses! Onların değersizliklerine işaret, yaptıkları kötülüklerdir. Evinden dışarı at onları, bırak kurusun kökleri...Onların meyve vermelerine izin verme ve bu evin, acının kırılgan sütunlarına ya da can yakan bir dikene dönüşmesine, izin verme!...

Yakın geçmişte, başpiskopos seçimleri zamanında, Lyon'daki taç giydirme töreninden önce ve sonra, Tapınak Şövalyelerinin öğretmenleri, yönetimi ve kardeşleri tarafından gizli tehditler aldık... Roma Kilisesi bu adamları onurlandırdı; tarikat Tapınak Şövalyelerini Hıristiyanların düşmanlarına karşı silahlandırdı ve tarikat onları özel bir şekilde destekledi. Bunlara en yüksek düzeyde vergiler verildi. Ancak, Hıristiyanların düşmanlarına karşı durdukları zannedilen bu grubun karşısında, aslında Hz. İsa durmaktadır... İnançlarını değiştiren bu kafirler (Tapınak Şövalyeleri) günahın içine düştüler: Çok kötü bir alışkanlıkları olan putperestlikleri, ölümcül sonuçlara yol açan homoseksüellikleri ve diğerleri...

2 Mayıs 1312'de yayınlanan "Ad Providam" adlı ikinci beyannameyle, Tapınakçılara ait bütün mallar ve gelirler Hospitaller'e bırakıldı. Philippe'in bu başarısı sayesinde Tapınakçıların gerçek kimliği ortaya çıktı ve tarikat görünüşte de olsa tarihe karıştı. Böylece gelir kaynakları kesilen tarikatları, kanun dışı ilan edilen şövalyelerin önlenemeyen yükselişi ağır bir darbe aldı. Ancak bu darbenin etkisi, daha çok Fransa'nın hakim olduğu topraklarda hissedildi. Tapınakçılar diğer ülkelerde, sırf kimlik değiştirmekle yetinerek ve fazla bir baskıya uğramadan hayatlarına devam ettiler.

Fransa Kralı IV. Philippe'in Tapınakçıları ortadan kaldırmak üzere harekete geçtiği dönemde tarikat, yok edilmesi neredeyse imkansız bir hale gelmişti. Fransa'daki mahkemeler ahtapotun sadece bir kolunu kesmişti; diğer kollar yaşamaya devam ediyordu. Şövalyelerin yoğun bir şekilde bulunduğu İspanya, Portekiz, İngiltere, Almanya, Rodos, Kıbrıs gibi Philippe'in kontrolü dışındaki bölgelerde ciddi bir baskıya veya takibata uğramamışlardı. Bunun çeşitli sebepleri vardı: Fransa'yla siyasi rekabet, Papa'nın Fransa Kralı'nın etkisi altında olduğuna dair inanç, Tapınakçılarla kurulmuş olan hassas maddi ve siyasi ilişkiler, farklı kiliseler ve tarikatlar arasındaki çekişmeler ve en önemlisi, şövalyelerin yaptıkları hazırlıklar, Philippe'in ve Papa'nın başlattığı operasyonun diğer ülkelerde gereği gibi neticelenmesini engellemişti.

TAPINAKÇILARIN KENDİLERİNİ KURTARMA ÇABALARI

Göstermelik mahkemeler sözde tövbe eden biraderleri aklamış, büyük bir kısmı da farklı tarikatlara girerek kendilerini kurtarmayı başarmışlardı. Almanya, Macaristan gibi ülkelerde tarikat neredeyse tamamen suçsuz bulunmuştu. Ancak, herşeye rağmen, çok rahat oldukları da söylenemezdi. Çünkü Kilise, ne kadar itibar kaybetmiş olsa da hala belirli bir siyasi güce sahipti. Diğer taraftan, etkin bir tarikat olan Hospitaller de Tapınakçıların mallarını ele geçirmek için acele ediyorlardı. Neticede, şartların ağırlığı karşısında Tapınakçılar yeraltına çekilmeye karar verdiler.

Şövalyeler, yıllar boyunca geliştirip güçlendirdikleri organizasyon sayesinde, Fransa'da aldıkları darbeyi kısa sürede telafi edecek yeni bir yapılanmanın temellerini atmakta zorlanmadılar. Bu olay tarikat için yeni bir tecrübeydi. Gizlilik unsuru bundan sonra daha ön plana çıktı; göz önünde yürüttükleri mücadeleyi yeraltına çekerek haberleşme dahil olmak üzere bütün işlemlerinde ketumiyete, sembolizme ve gizliliğe yöneldiler. Yeni bir yapılanma sürecine giren Tapınakçıların bu dönemdeki konumlarını özetlemek gerekirse:

    * Finans konusunda halen dönemin en büyük gücü konumundadırlar. Kara paraya ulaşmanın yöntemlerini bilen ve Yahudi tefecilerle iş birliği yapan şövalyeler, bir kısım gayrimenkullerini ve Kilise'nin sağladığı ayrıcalıklarla elde ettikleri gelirleri kaybetmiş olsalar bile, Fransa dışında, finansal ilişkilerini hala sürdürmekte ve hazinelerini korumaktadırlar.
    * Alanlarında uzmanlaşmış yönetici kademesindeki şövalyelerin büyük bir kısmı görevinin başındadır. Fransa'da sadece 620 kişiyle sınırlı kalan kayıplar, 20 bin (belki çok daha fazla) kişilik tarikata fazla bir etki yapmamıştır; organizasyon yerli yerinde durmaktadır.
    * Tarikat, sadece bankacılık değil, gemicilik, inşaat, ticaret, madencilik gibi sektörlerde de dönemin en güçlü organizasyonunu elinde tutmakta ve çok deneyimli bir kadroyu yönetmektedir.
    * Şövalyeler, mevkileri sayesinde bütün önemli devlet ve Kilise sırlarına vakıftırlar ve gerektiğinde kendi çıkarları için bunları kullanmaktadırlar. Yeraltına çekildikleri için, önceki bölümlerde incelediğimiz mafya yöntemlerini, artık daha rahat uygulayabilmektedirler.

SİNSİ FAALİYETLERİNİ SÜRDÜRMEYE DEVAM ETTİLER

Görüldüğü gibi, Kilise'nin resmi belgelerinde ortadan kalkmış gibi görünseler de, Tapınakçılar aslında bütün güçleriyle varlıklarını sürdürüyorlardı. Ancak bu sefer daha sinsi, daha gizli, daha karanlık, daha organize ve daha tehlikeli bir hale gelmişlerdi. Önceki dönemde canlı bir düşman olarak ortada dolaşan şövalyeler, şimdi izlerini kaybettirmiş, yeni kılıklara ve kimliklere bürünmüş, gizli organizasyonlar kurarak intikam ve hakimiyet planları yapmaya başlamışlardı.

Bu aşamada Tapınakçılar iki farklı yöntem benimsediler: Birincisi, İskoçya, Portekiz, Almanya, Hollanda gibi siyasi otoriteyi kontrol edebildikleri ülkelerde, farklı bir kimlik altında ama yine Kilise ve krallığa bağlı kalarak faaliyetlere devam etmek ve böylece ticari ve siyasi imtiyazlar elde ederek güçlerini artırmaktı. Bu girişim büyük bir başarıya ulaştı: Deniz ticareti ve buna bağlı sömürgecilik faaliyetlerini söz konusu ülkelerde doruk noktasına çıkardılar. Sömürge şirketleri sayesinde Avrupa ticaretinde büyük bir güç haline geldiler. Özellikle borsalarda sömürgelerden gelen mallarla ilgili olarak yaptıkları spekülasyonlarla, köle ticaretiyle ve korsanlıkla karanlık sermayelerini artırmaya devam ettiler.

Tapınakçıların ikinci yöntemi ise, hem ideolojilerini yayabilecekleri hem içinde rahatça gizlenebilecekleri hem de yeni üye kaynağı olarak kullanabilecekleri örgütler kurmaktı. Bu amaçla Almanya'da 'Gül-Haç', İngiltere'de masonluk örgütünün temellerini atarak tarikatı kısa sürede güçlü bir yeraltı organizasyonuna dönüştürdüler. Türkiye'deki ilk kadın mason locası geçtiğimiz günlerde İstanbul İstiklal Caddesi'nde faaliyete geçti.

1964 yılında ikiye bölünen Türkiye Masonları Beyoğlu Nuru Ziya Sokak ve Tepebaşı Caddesi No:111'de faaliyetlerini yürütüyor. Resmi rakamlara göre Türkiye'de 20 bini aşkın mason bulunuyor.



Masaüstü Görünümü