Harun Yahya

Bolşevik terörü

İşkence, zulüm ve katliam Doğu Bloku'ndaki tüm ülkelerde uygulandı. Komünizmin gözü dönmüş caniliği ve dine olan azgın nefreti, tarihin en korkunç işkence rejimlerini ortaya çıkardı. İnsanları birer hayvan olarak gören, bu sözde "hayvanların" yola getirilmesi için daimi bir şiddet, işkence ve korkunun gerekli olduğunu kabul eden Darwinist-Materyalist felsefe, komünist rejimlerin zindanlarında feci işkencelere dönüştü.

Bolşevikler iktidara geldikten bir süre sonra, 1918 yılı içinde, Lenin tarafından alınan bir kararla, özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasına yönelik bir politika başladı. Bunun en önemli sonucu ise, köylülerin tarlalarının devletleştirilmesi ve mahsullerinin ellerinden alınmasıydı. Bolşevik militanlar, Çeka polisleri, Kızılordu birlikleri, Rusya'nın dört bir yanındaki köyleri basarak, zaten çok zor koşullarda yaşayan köylülerin yegane besin kaynağı olan mahsulleri silah zoruyla toplamaya başladılar. Her çiftçi için Bolşeviklere vermesi gereken bir kota belirlenmişti, ancak bu kotayı tamamlayabilmek için çoğunun elindeki tüm mahsulü vermesi gerekiyordu. Direnmek isteyen köylüler en vahşice yöntemlerle susturuldu. Bazıları ellerindeki buğdayın hepsini kaptırmamak için mahsulün bir kısmını gizli ambarlara saklıyordu. Ancak bu gibi davranışlar, Bolşeviklerce "devrime ihanet" sayılıyor ve akıl almaz vahşetlerle cezalandırılıyordu.

Lenin, köylüler için belirlediği kotanın doldurulamadığını gördükçe çılgına dönüyordu. Sonunda, zoralımlara direnen bazı bölgelerdeki köylülere 1920 yılında korkunç bir ceza verdi:

Bu köylülerin sadece mahsulleri değil, aynı zamanda ellerindeki tohumlar da toplanacaktı. Tohumların toplanması, köylülerin yeni mahsul üretememeleri ve mutlak kıtlıkla ölmeleri anlamına geliyordu. Nitekim öyle oldu. 1921 ve 22 yıllarında, Rusya sınırları içinde tam 29 milyon insan açlıkla pençeleşti. Bunların 5 milyon tanesi de açlık sonucunda yaşamını yitirdi.

Doğu Bloku'nda Kızıl Terör

Stalin 1953 yılında öldü. Lenin'in başlattığı ve Stalin'in genişleterek sürdürdüğü terör, on milyonlarca insanı katletmiş, onlarca farklı halkı acı ve işkenceye uğratmıştı. Komünizmin Kara Kitabı'nda Lenin ve Stalin dönemindeki komünist vahşetlerin genel bilançosu ana hatlarıyla şöyle verilir:

Yargılamadan hapsedilen on binlerce rehine ya da insanın kurşuna dizilmesi ve 1918-1922 yılları arasında ayaklanan yüz binlerce işçi ve köylünün katledilmesi;

5 milyon insanın ölümüne yol açan 1922 açlığı;

1920'de Don Kazakları'nın ortadan kaldırılması ve sürgüne gönderilmesi;

1918-1930 yılları arasında on binlerce insanın toplama kamplarında öldürülmesi;

1937-1938 yıllarındaki Büyük Temizlik sırasında 690 000'e yakın insanın ortadan kaldırması;

1930-1932 yılları arasında 2 milyon "kulak"ın (yada kulak oldukları iddia edilen kişilerin) sürgüne gönderilmesi;

1932-1933 yıllarında 6 milyon Ukraynalının kasıtlı olarak yaratılan açlıktan kırılmasına seyirci kalınması;

Önce 1939-1941 yılları arasında, ardından da 1944-1945 yıllarında yüz binlerce Polonyalı, Ukraynalı, Baltıklı, Moldavyalı ve Besarabyalının sürgüne gönderilmesi;

1941'de Volga Almanlarının sürgüne gönderilmesi;

1944'te Kırım Tatarlarının sürgüne gönderilmesi ve çaresizliğe terk edilmeleri;

1944'te İnguşların sürgüne gönderilmesi ve çaresizliğe terk edilmeleri. (Komünizmin Kara Kitabı, s.24)

Korku imparatorluğu

Stalin'in ölümünden sonra Sovyet rejimi, kısıtlı da olsa bir yumuşama sürecine girdi. Ancak Stalin döneminde kurulan "korku imparatorluğu", yine korku üzerine kurulu olarak toplumu yönetmeye devam etti. Sovyetler Birliği'ne ve genel olarak tüm komünist toplumlara hakim olan bu korku düzenini bir sonraki bölümde daha detaylı olarak ele alacağız.

Sovyet terörü, sadece kendi halkıyla sınırlı kalmadı. Sovyetler Birliği, II. Dünya Savaşı ile birlikte Doğu Avrupa'ya da yayıldı. Savaş bittiğinde Doğu Avrupa ülkelerinin önemli bir bölümü Sovyet etki alanında kalmıştı. Moskova bir kaç yıl içinde çeşitli siyasi komplolar ve manevralarla bu ülkelerin hepsini kendi egemenliği altına aldı. Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk, Doğu Almanya gibi Avrupa ülkeleri, Stalin'in kanlı rejiminin pençesine düştüler.

Kızıl vahşet, bu ülkelerdeki insanlara da adeta cehennem hayatı yaşatmaya başladı. Rejim muhalifleri bir bir tutuklanmaya, işkence görmeye, idam edilmeye başlandılar. Kısa sürede tüm toplumda korku ve dehşet hakim oldu. Komünist rejimin düşüşünden sonra, 1990'lı yılların başında çevrilen bir Bulgar belgeselinde, bir kadın 1944 sonbaharında başından geçen bir olayı şöyle anlatıyordu:

Babamın ilk tutuklanışından sonra, ertesi gün öğlene doğru eve bir polis geldi ve anneme öğleden sonra saat 5'te 10 numaralı polis karakoluna gelmesini bildiren bir celp verdi. Neden sonra annem giyindi-güzel bir kadındı ve çok iyi kalpli bir insandı-ve çıktı. Biz üç çocuk onu bekledik, bekledik. Sabaha karşı yarımda döndü, rengi kireç gibi bembeyaz, giysileri yırtık pırtıktı. Girer girmez de sobanın yanına gitti, sobanın levhalarını kaldırdı, soyunmaya başladı ve üzerinden çıkanların hepsini yaktı. Sonra banyo yaptı, ancak bundan sonradır ki bizi kolları arasına aldı. Uyuduk. Ertesi gün ilk kez intihar girişiminde bulundu, daha sonra da iki kere kendini zehirledi. Hala yaşıyor, onunla ilgileniyorum. Akıl hastası. Ona yapılanları hiçbir zaman öğrenemedik. (Komünizmin Kara Kitabı, s. 505)

Vahşeti yaşayanlar anlatıyor


Tutuklananlara yapılanlar, korkunç şeylerdi. Komünizmin Kara Kitabı'nda, Romanya'daki komünist Nikolay Çavuşesku rejimi tarafından başlatılan işkence uygulamaları hakkında şu bilgiler veriliyor:

Çekoslovakya'yla birlikte Romanya da, Orta ve Güneydoğu Avrupa da baskı sistemine yenilikler kattı: Asyalı komünistler tarafından kullanılan, "beyin yıkama" yoluyla "yeniden eğitim" yöntemini büyük bir ihtimalle Avrupa kıtasında ilk uygulayan ülke oldu; hatta bu yöntemi daha da mükemmelleştirdi. Girişimin şeytani amacı mahkumların birbirine işkence yapmasını sağlamaktı. Bu icat, 1930'lu yıllarda Bükreş'e yüz kilometrelik bir mesafede kurulmuş olan görece modern bir cezaevi olan Pipeşti'de uygulandı. Konuya ilişkin deneyler, Aralık 1949'da başladı ve üç yıl kadar sürdü... Amaç, bedensel ve manevi işkence ile, komünist öğretinin öğretilmesini birleştirerek, siyasi tutukluları yeniden eğitmekti. (Komünizmin Kara Kitabı, s. 505)

Bu işkencelerde özellikle tutukluların dini inancını yok etmek hedefleniyordu. Yapılan canice işkence sonucunda, tutuklulardan Allah'ın varlığını inkar etmeleri isteniyordu:

Rumen siyasi polisi Securitate sorgulamalar sırasında dayak atma, falaka ve baş aşağı ayaklarından asma gibi 'klasik' işkence yöntemlerini kullandı. Piteşti'de işkencedeki acımasızlık, bu yöntemlerin çok daha ötesine geçti: 'Mümkün olan ve olmayan her türlü işkence biçimi uygulandı. Vücutların değişik bölgelerinde sigara yanıkları vardı; mahkumların kalçalarındaki dokular ölmüştü, etleri cüzzamlılarınki gibi dökülüyordu; dışkı yemeye zorlanıyor, kustukları zaman da kusmukları tekrar ağızlarına sokuluyordu.

Turcanu'nun şeytani hayal gücü, özellikle Tanrı'yı inkar etmeyi kabullenmeyen din okulu öğrencilerini hedef alıyordu. Bazıları, her sabah şu şekilde 'vaftiz' ediliyordu: kafaları idrar ve dışkı dolu bir oturağa sokulurken, diğer mahkumlar da etraflarında ilahi söylüyordu. Kurban boğulmasın diye arada sırada başı dışarı çıkarılıyor ve kısaca nefes almasına izin verildikten sonra tekrar oturağa sokuluyordu.

Birinci aşamanın adı "dış maskeyi çıkarmak"tı: mahkum soruşturmada sakladığı bilgiyi, özellikle özgürlük günlerinde arkadaşlarıyla arasındaki bağları itiraf ederek, dürüstlüğünü ispat etmeliydi. İkinci aşama olan "iç maskeyi çıkarma" ise, mahkumun hapishanede kendine yardım edenlerin açıklamasıyla sürüyordu. Üçüncü aşama, "ahlaki maskeyi çıkarma" sırasında, mahkumdan bugüne kadar kutsal saydığı herşeye küfretmesi isteniyordu. Son olarak dördüncü aşamada, ODCC'ye katılmak için, en iyi arkadaşına kendi elleriyle işkence ederek onu "yeniden eğitmesi" gerekiyordu. (Komünizmin Kara Kitabı, s. 536)

Masaüstü Görünümü