Harun Yahya

Türkiye Cumhuriyeti 80 yaşında - 3

Din ve İnanç Özgürlüğünün Teminatı

Laiklik ilkesinin temel amacı, gerçekte inancı özgürleştirmektir. Laiklik, Devletimiz'in vatandaşlarını bir dini benimseme, bu dinin gereklerini yerine getirme ya da getirmeme konusunda kendi vicdanları ile başbaşa bırakmak ve onlara özgür bir seçim yapma şansı vermektedir. Devlet belirli bir dine ya da mezhebe imtiyaz tanımadığı için, herkes sahip olduğu inanca göre yaşama imkanı elde etmektedir.

Türkiye, Anayasamız'da belirtildiği üzere laik bir devlettir. Laiklik tarihte ve günümüzde zaman zaman yanlış anlaşılmış ve yanlış uygulanmış bir ilkedir. Bu nedenle bu ilkeyi ve sonuçlarını detaylı olarak incelemekte yarar vardır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, laiklik ilkesinin temel amacı, gerçekte inancı özgürleştirmektir. Laiklik, Devletimiz'in vatandaşlarını bir dini benimseme, bu dinin gereklerini yerine getirme ya da getirmeme konusunda kendi vicdanları ile başbaşa bırakmak ve onlara özgür bir seçim yapma şansı vermektedir. Devlet belirli bir dine ya da mezhebe imtiyaz tanımadığı için, herkes sahip olduğu inanca göre yaşama imkanı elde etmektedir.

Dikkat edilirse aslında Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sahip olduğu bu laiklik modeli, İslam dininin özüne de son derece uygundur. Çünkü İslam, inanç için özgür iradeyi ve vicdani bir kabulü şart koşar. Bir insanın İslam'ı din olarak benimsemesi tamamen kendi özgür iradesi ile olmalıdır. İslam'ı kabul ettikten sonra da, Kuran'da emredilen ibadetleri uygulaması ya da men edilen yasaklardan (hırsızlık, cinayet gibi toplumsal bir suç oluşturmuyorsa) sakınması tamamen kendi vicdanıyla olmalıdır. Elbette Müslümanlar birbirlerini Kuran'da anlatılan ahlaki vasıfların uygulanması için uyarabilir, teşvik edebilirler. Ama asla bu konuda bir zorlama yapılamaz. Ya da dünyevi bir imtiyaz tanınarak, kişi dini uygulamaya yönlendirilemez.

Bunun aksi bir devlet modeli varsayalım. Örneğin insanların zorunlu olarak Müslüman, ya da Hıristiyan yapıldığı bir ülkeyi düşünelim. Dahası bu dinlere inanan kişilerin, dinlerin kurallarına göre yaşamaları için de zorlandıklarını farzedelim. Diyelim ki söz konusu devlet modeli, toplumdaki insanları namaz kılmaları ya da kiliseye gitmeleri için özel polis güçleriyle, inzibat kuvvetleriyle zorlasın. Ya da biraz daha "ılımlı" bir yöntem benimseyip, namaz kılanlara ya da kiliseye gidenlere özel bir devlet ikramiyesi versin. Böyle bir devlet laikliğe tamamen aykırı bir devlet olacaktır. Dahası, bir o kadar da dine aykırı olacaktır.

Bunun nedeni, zorla ya da menfaat karşılığı elde edilen bir dini inancın ya da ibadetin, İslam'a göre değerinin olmayışıdır. Çünkü inanç ve ibadet, sadece Allah'a yönelik olduğunda bir değer taşır. Eğer devlet insanları inanca ve ibadete zorlayacak olursa, bu durumda insanlar devletten korktukları için dindar olurlar. Din açısından makbul olan ise, vicdanların tamamen serbest bırakıldığı bir ortamda dinin yaşanmasıdır.

Bu nedenledir ki, Devletimiz'in sahip olduğu laiklik ilkesi, hem vicdan özgürlüğü gibi temel bir insani değere hizmet ettiği, hem de bu değere büyük önem veren İslam diniyle uyum içinde olduğu için, her Türkiye vatandaşının benimsemesi ve savunması gereken bir ilkedir.

Hukuk Devleti

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir hukuk devletidir. Bir başka deyişle "hukukun üstünlüğü" ilkesini benimsemiştir. Bu ilke, adalet kavramının temelini oluşturur.

Hukukun üstünlüğü, devletin içindeki tüm mekanizmaların, önceden tespit edilmiş bazı kanun ve kurallar içinde işleyeceği anlamına gelir. Her devlet kurumu, anayasanın ve diğer yasaların tespit ettiği görev ve yetkilere sahiptir. Kimsenin bu görev ve yetkileri aşma, değiştirme gibi bir gücü yoktur. Hukuk, herkesin üstündedir ve dolayısıyla devlet "keyfi" değildir.

Hukukun üstünlüğü ilkesinin geçerli olmadığı bir devlet modelinde ise, devlet mekanizması tamamen keyfileşecektir. Örneğin devlet başkanına sınırsız yetki tanındığını ve her türlü kanunun üzerinde olma hakkı tanındığını varsayalım. (Diktatörlükler böyledir) Bu durumda devlet mekanizmasının adaletsizliğe ve istismara doğru kayması kaçınılmaz olacaktır. Neyin adil, neyin doğru, neyin meşru olduğunu belirten kuralların olmadığı veya bu kuralların dikkate alınmadığı durumda, adalet, doğruluk ve meşruiyet de olmaz.

Bir hukuk devletinde yaşamak, tüm Türk vatandaşları için büyük bir kazançtır. Çünkü hukuk devleti, herkesin canını, malını, temel hak ve hürriyetlerini koruma altına alır. Hiç kimsenin malı-mülkü zorla istimlak edilemez, hiç kimse zoraki olarak çalıştırılamaz, haklarından mahrum bırakılamaz. Eğer bir kimse bu haklarının çiğnendiğini, adaletsizliğe uğradığını düşünüyorsa, bu kez ona yargı yolu açıktır. Türkiye'nin dört bir yanındaki adli kurumlar, başta Cumhuriyet Savcıları olmak üzere, hukuk devletindeki hakları koruma altında tutmak için çalışmaktadır. Her dileyen, hukuk devletinin kuralları uyarınca, tek bir dilekçe ile savcılıklara başvurabilir ve devletten adalet talep edebilir.

Hukuku, yani kanunları ise, milletin seçmiş olduğu vekillerden oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi yapar. Eğer kanunlarda bir boşluk görülürse ya da sakınca farkedilirse, bu durumda kanunlar değiştirilir, yenileri kabul edilir. Dolayısıyla, bu kanunların herhangi bir şekilde milletin aleyhine işlemesi de imkansızdır.

Görüldüğü gibi hukuk devleti sistemi, bir ülkenin vatandaşları için olabilecek en adil, özgür ve rahat sistemdir. Dolayısıyla her Türk vatandaşının, Türkiye Cumhuriyeti'nin bu temel niteliğine sahip çıkması gerekir. Eğer hukuk devletinin işlemesinde aksaklık meydana geliyorsa, herkes elbirliği ile devlete yardımcı olmalı ve hukukun üstünlüğü ilkesini korumaya gayret etmelidir.

Sosyal Devlet

Devletimiz'in bir başka anayasal niteliği, bir "sosyal devlet" olmasıdır. Sosyal devlet, kanunlarında ve icraatında toplum yararını gözeten devlettir. Bu temel ilke, Cumhuriyetimiz'in diğer temel nitelikleri ile birlikte Anayasamız'ın 2. maddesinde şöyle açıklanır:

Madde 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliği'ne bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

Sosyal devlet kavramına, Anayasa'nın 5. maddesinde de şöyle açıklık getirilir:

Madde 5.- Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milleti'nin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk Devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.

Anayasamız'ın 60. ve 61. maddelerinde ise, sosyal devlet yapısının bazı özellikleri şöyle hükme bağlanmıştır:

Madde 60.- Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.
Madde 61.- Devlet, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleriyle, malul ve gazileri korur ve toplumda kendilerine yaraşır bir hayat seviyesi sağlar. Devlet, sakatların korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır. Yaşlılar, Devletçe korunur. Yaşlılara Devlet yardımı ve sağlanacak diğer haklar ve kolaylıklar kanunla düzenlenir. Devlet, korunmaya muhtaç çocukların topluma kazandırılması için her türlü tedbiri alır. Bu amaçlarla gerekli teşkilat ve tesisleri kurar veya kurdurur.

Tüm bunlar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin niteliklerinin faziletlerini göstermekte ve bu niteliklerin korunmasının Türk Milleti için ne denli zaruri olduğunu ortaya koymaktadır. Her Türk vatandaşı, kendisinin ve sevdiklerinin mutluluk ve refahı için, devletinin niteliklerine sahip çıkmalı ve bu niteliklerin etkin bir biçimde hayata geçirilmesi için devlete yardımcı olmaya çalışmalıdır.

Masaüstü Görünümü