Harun Yahya

RAMAZAN 2008, 17. GÜN











(Bir de) Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kur’an’ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle ona iman etsinler ve kalpleri ona tatmin bulmuş olarak bağlansın. Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir. (Hac Suresi, 54)















  “Kalbinin yumuşaklığını ve hacetlerine erişmeyi seviyorsan yetime merhamet eyle, başını sıvazla ve yediğin yemekten yedir ki kalbin yumuşar ve hacetine erişirsin”.
(Mehmed Zahid Kotku, Hadislerle Nasihatlar, Cilt 1, s.64)









Dünyadaki Makam Mevki Hırsı Niçin Ahireti Kaybettirir?


İnsanların sadece Allah’ın rızasını hedefleyerek, ahiret yurdu için ihlasla çaba sarf etmelerini engelleyen nedenlerden biri, dünya hayatında makam, mevki, şöhret gibi değerlere olan düşkünlükleridir. Oysa maddi imkânlar, mal ya da mevki insana ahiret hayatında hiçbir şey kazandırmaz. Allah Kuran’da, insanlar arasındaki üstünlüğün bulundukları makama ya da mevkiye göre değil, yalnızca takvaya göre olduğunu bildirmiştir:

“Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” (Hucurat Suresi, 13)

Bu gerçeği göz ardı eden insanlar ise hem dünyada hem de ahirette büyük bir kayba uğrarlar.

Şimdi bu hırsın insanları hangi konularda kayba uğrattığını ve onlara nasıl zarar verdiğini inceleyelim.


İman Etmeyi Engeller

Makam, mevki hırsı, imanın önündeki en büyük engellerden biridir. Çünkü bu hırs sadece dünya hayatı ile sınırlıdır ve ahirete yönelik hiçbir amaç taşımaz. Bu sebeple de sadece nefsin arzularını ve büyüklük gururunu besler. Makam sahibi olmayı isteyen insanların bir tek hedefleri vardır. Bu da dünyada güç sahibi olmak, herkes tarafından tanınmak ve saygı görmek, daha iyi imkanlara kavuşmak, sahip olduğu imkanları da yine kendi nefsinin isteklerini tatmin etmek için kullanmak… Bazı kişilerin makam hırsının temelinde ise aşağılık kompleksleri yatar. Bu kişiler fiziksel görünümlerini beğenmedikleri veya geçmişlerinde ezik, aşağılanmış bir hayat yaşadıkları için makam sahibi olmayı isterler. Komplekslerini, kendilerince önemli gördükleri makamlarının arkasına sığınarak beslemeyi, bu şekilde gururlarını tatmin etmeyi isterler.

Bu kişiler kendilerine göre batıl bir inanç geliştirmişlerdir. Bu batıl inancın temel felsefesi nefislerin ilahlaştırılmasıdır. Bu gibi kişiler nefislerinin arzularını tatmin edebilmek ve istedikleri makama ulaşabilmek için sınır tanımaz bir pervasızlık içine girerler. Bunun için Allah’ın yasakladığı pek çok günahı işleyebilir, koyduğu sınırları rahatlıkla aşabilirler. İstedikleri mevkiyi elde etmek için insanları basamak olarak kullanacaklarından, gerektiğinde onlara yaranmak için herşeyi yapabilir; sahte bir saygı ve sevgi gösterebilir, yalan söyleyebilir, hırsızlık, dedikodu yapabilir, çeşitli entrikalar düzenleyerek masum insanlara iftira atabilir, hatta zina gibi bir harama bile girebilirler. Kimi insanlar ise bu tür ahlakdışı eylemlere girmez ve sadece çalışarak istedikleri mevkiyi elde etmeye çalışırlar, ancak bu gibi kişileri de hırsları öylesine etkilemiştir ki basiretleri kapanarak, onlara hayatlarının gerçek amacını unutturmuştur. Yüce Allah, bu kişilerin içine düştükleri durumun kendilerine yarar sağlamayacak boş bir hedef olduğunu şöyle bildirir:

Onları bırak; yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İlerde bileceklerdir. (Hicr Suresi, 3)



Allah'a Şirk Koşulmasına Neden Olur

İnsanların beğenisini kazanmak veya onları ezmek, güçlü olduğunu göstermek (Allah’ı tenzih ederiz) için makam, mevki hırsına kapılan kişiler, aslında çok büyük bir günahın içine düşmüş olurlar. Bu günah, Yüce Allah’ın pek çok Kuran ayetinde asla affetmeyeceğini bildirdiği şirktir. Çünkü bu insanlar sahip oldukları mevkinin etkisine kapılarak insanlar üzerinde yaptırım güçleri olduğuna inanır, kendilerini dünyanın sözde en güçlü varlığı gibi görür ve bu sapkın inancın etkisiyle kendilerini ilahlaştırarak Yüce Allah’a ortak koşarlar (Allah’ı tenzih ederiz).

Tarihte sahip olduğu makamın etkisine kapılarak şımaran Firavun’un tavrı ve konuşmaları, bu tür kişilerin kendilerini makam ve mevkileri sebebiyle nasıl ilahlaştırdıklarına çok güzel bir örnek oluşturur. Konu ile ilgili ayetler şöyledir.
 
Firavun, kendi kavmi içinde bağırdı: Dedi ki: "Ey kavmim, Mısır'ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler benim değil mi? Yine de görmeyecek misiniz? Yoksa ben, şundan daha hayırlı değil miyim ki, o, aşağı (sınıftan) bir zavallı ve neredeyse (sözü) açıklamadan yoksun olan (biri)dir. Bu durumda (eğer doğruysa), üzerine altından bilezikler atılmalı ya da yakınında yer almış vaziyette onunla birlikte melekler gelmeli değil miydi?" (Zuhruf Suresi, 51-53)

Ayette Firavun örneği ile dikkat çekildiği gibi, makam ve mevki hırsı içindeki kişilerin ortak tutumu, hırslarının akıllarını tamamen kapatmasıdır. Yüce Allah’ın büyüklüğünü ve kendilerine bu makamı verenin O olduğunu unutup, ellerinde tuttukları gücün kendilerine ait olduğunu zannetmeleri elbette çok büyük bir akılsızlık örneğidir. İşte bu düşüncedeki kişiler kendilerini güçlü sanıp ilahlaştırırken, aslında Yüce Allah’ın sonsuz kudretini ve gücünü düşünmedikleri için ahirette O’nun huzurunda küçültülüp, aşağılanacaklarını akledemezler. Kuran’da Yüce Allah’ın Firavun’u uğrattığı son, makam, mevki hırsı içindeki herkesin ibret alması gereken bir sondur:

… Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğullarının kendisine inandığı (İlah’tan) başka İlah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi. Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın. Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz)... (Yunus Suresi, 90-92)



Ölümü ve Ahireti Unutturur

Yüce Allah bir insanı dünyada olabilecek en yüksek makama yerleştirse, çok büyük mal ve servet verse bile insan bir gün mutlaka ölecektir. Makam, mevki hırsına kapılan insanlar bu gerçeği tamamen göz ardı ederek, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi yükselmek için hırsla çabalamaya devam ederler. Bu hırs gözlerini öylesine kör eder ve kalplerini katılaştırır ki onları birkaç on yılla sınırlı olan dünyada makam elde etmek için en üstün makam olan cenneti ve ahireti düşünmekten alıkoyar. Bu şuur kapalılığı içinde cenneti kazanmak için ciddi gayret göstermek yerine, dünyadaki geçici mevkileri elde etmek için çaba sarf ederler. Oysa Allah Kuran’da, dünya için harcanacak çabanın boş ve gereksiz olduğunu; burada elde edilen mal, mülk ve makamın ahirette insana hiçbir fayda sağlamayacağını bildirmiştir:

"Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' Bize geldiniz ve size lütfettiklerimizi arkanızda bıraktınız..." (Enam Suresi, 94)





En Güzel Makam Ahirette Elde Edilir

Makam ve mevkinin üstünlük sağlayacağı inancı kendi nefsini put edinen, Kuran ahlakından uzak yaşayan kişilere ait bir yanılgıdır. İmanı kavrayan müminler ise nefislerinin bu yöndeki isteklerine itibar etmez, üstünlüğü ihlâsta ve samimiyette ararlar. Çünkü bu gibi arzulardan arınan bir insanın dünyada kazanılacak tüm makamların üzerinde bir makama eriştirileceğini, gerçek onur ve şeref sahibi olacağını bilirler. Bu durum Kuran’da şu ayetle bildirilmiştir:

“Size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin kusurlarınızı örteriz ve sizi ‘onurlu-üstün’ bir makama sokarız.” (Nisa Suresi, 31)

Bu onurlu ve üstün makama layık olabilmek için iman eden bir kimsenin yapması gereken, aşağıdaki ayette hatırlatılan gerçeğin şuuruna varmasıdır:

“Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah’ındır. Güzel söz O’na yükselir, salih amel de onu yükseltir…” (Fatır Suresi, 10)

İzzetin gerçek sahibi Allah’tır ve kişiye en üstün makam olan cenneti kazandıracak olan tek şey de salih olan yani ‘ihlâsla yapılan ameller’ dir.


http://www.insankarakterleri.com/ 






Hz. Salih’e Uyanlara Karşı Baskı Kuran
Semud Kavmi



Semud (Kavmi) de uyarıları yalanladı. Dediler ki: "Bizden biri olan bir beşere mi uyacağız? Bu durumda gerçekten biz bir sapıklık (delalet) ve çılgınlık içinde kalmış oluruz." "Zikr (vahy) içimizden ona mı bırakıldı? Hayır, o çok yalan söyleyen, kendini beğenmiş bir şımarıktır." Onlar yarın, kimin çok yalan söyleyen, kendini beğenmiş bir şımarık olduğunu bilip-öğreneceklerdir. (Kamer Suresi, 23-26)

Semud Kavmi de aynı Ad Kavmi gibi Allah'ın uyarılarını göz ardı etmiş ve bunun sonucunda helak olmuştur.
 
Semud Kavmi, Hz. Salih’in uyarılarına uyan bir grup inanan üzerinde baskı kurmaya çalışmıştır. Toplumun önde gelenleri ise, Hz. Salih'e iman etmiş olan topluluğa zorluk çıkarmaya çalışmışlardır:

Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler), içlerinden iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara (müstaz'aflara) dediler ki: "Salih'in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" Onlar: "Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız." dediler. Büyüklük taslayanlar (müstekbirler de şöyle) dedi: "Biz de, gerçekten sizin inandığınızı tanımayanlarız." (Araf Suresi, 75-76)

Semud Kavmi hala Allah ve Hz. Salih'in peygamberliği hakkında kuşkulara kapılmaktaydı. Üstelik bir kısım, Hz. Salih'i açık olarak inkar ediyordu. Hatta, inkar edenlerden bir grup-hem de sözde Allah adına-Hz. Salih'i öldürmek için planlar yapıyordu:

Dediler ki: "Senin ve seninle birlikte olanlar yüzünden uğursuzluğa uğradık." Dedi ki: "Sizin uğursuzluğunuz (başınıza gelenler) Allah katında (yazılı)dır. Hayır, siz denenmekte olan bir kavimsiniz." Şehirde dokuzlu bir çete vardı, yeryüzünde bozgun çıkarıyorlar ve dirlik-düzenlik bırakmıyorlardı. Kendi aralarında Allah adına and içerek, dediler ki: "Gece mutlaka ona ve ailesine bir baskın düzenleyelim, sonra velisine: Ailesinin yok oluşuna biz şahid olmadık ve gerçekten bizler doğruyu söyleyenleriz, diyelim." Onlar hileli bir düzen kurdu. Biz de (onların hilesine karşı) onların farkında olmadığı bir düzen kurduk. (Neml Suresi, 47-50)

Azgınlığı iyice artan Semud kavmi Hz. Salih’i rahatsız etmeye, onu eleştirmeye ve yalancılıkla suçlamaya başladılar:

Böylelikle dişi deveyi öldürdüler ve Rablerinin emrine karşı çıkıp (Salih'e de şöyle) dediler: "Ey Salih, eğer gerçekten gönderilenlerden (bir Peygamber) isen, vadettiğin şeyi getir, bakalım." (Araf Suresi, 77)

Sonunda Allah bu baskıcı zorba kavmi helak etti.







GENLERDEKİ PROGRAMLANMA

(Allah) Onu hangi şeyden yarattı? Bir damla sudan yarattı da onu 'bir ölçüyle biçime soktu.' Sonra ona yolu kolaylaştırdı. (Abese Suresi, 18-20)

Yukarıdaki ayette "ölçüyle biçime soktu" olarak çevrilen "kaddere" kelimesi, Arapçada "kadere" fiil kökünden gelmektedir ve "ayarlamak, ölçüp biçmek, planlamak, programlamak, geleceğini görmek, Allah'ın birşeyi (kaderde) yazması" anlamlarına gelmektedir.

Bilindiği gibi babanın sperm hücresi, annenin yumurta hücresini döllediğinde, doğacak bebeğin bütün kalıtsal özelliklerini belirlemek üzere babanın ve annenin genleri birleşir. Bu binlerce genden her birinin özel bir işlevi vardır. Saç ve göz rengini, boyunun uzunluğunu, yüzünün biçimini, iskelet çatısını; iç organlardaki, beyin, sinirler ve kaslardaki sayısız ayrıntıyı belirleyen genlerdir. Tüm fiziksel özelliklerin yanı sıra, hücrelerde ve vücutta meydana gelen binlerce farklı olay ve sistemin kontrolü de genlerde kayıtlıdır. Örneğin, insanın kan basıncının alçak, yüksek veya normal olması bile genlerdeki bilgilere bağlıdır.

Sperm ile yumurta birleştiklerinde oluşan ilk hücre ile beraber, insanın hayatının sonuna kadar her hücresinde şifresini taşıyacağı DNA molekülünün de ilk kopyası oluşmuş olur. DNA, hücre çekirdeğinde titizlikle korunan oldukça büyük bir moleküldür ve bu molekül yukarıda bahsettiğimiz genleri içeren, insan vücudunun bir nevi bilgi bankasıdır. Döllenmiş yumurta dediğimiz ilk hücre, bundan sonra DNA'da kayıtlı program doğrultusunda çoğalır ve bir insana dönüşmek üzere vücuttaki dokuları, organları oluşturmaya başlar. İşte bu kompleks yapılanmanın koordinasyonu, DNA molekülü -karbon, fosfor, azot, hidrojen ve oksijen gibi atomlardan oluşan bir molekül- tarafından sağlanır.

DNA'da kayıtlı bulunan bilginin kapasitesi ise bilim adamlarını hayrete düşüren boyutlardadır. İnsanın tek bir DNA molekülünde tam bir milyon ansiklopedi sayfasını veya yaklaşık 1000 kitabı dolduracak miktarda bilgi bulunur. Bir başka deyişle her bir hücrenin çekirdeğinde, insan vücudunun işlevlerini kontrol etmeye yarayan bir milyon sayfalık bir ansiklopedinin içerebileceği miktarda bilgi kodlanmıştır. Bir benzetme yapacak olursak, dünyanın en büyük ansiklopedilerinden birisi olan 23 ciltlik Encyclopedia Britannica'nın bile toplam 25 bin sayfası vardır. Mikroskobik hücrenin içindeki, ondan çok daha küçük bir çekirdekte bulunan bir molekülde, milyonlarca bilgi içeren dünyanın en büyük ansiklopedisinin 40 katı büyüklüğünde bir bilgi deposu saklı durmaktadır. Bu da yaklaşık 1000 ciltlik, dünyada başka eşi, benzeri olmayan dev bir ansiklopedi demektir.

DNA'nın yapısının 1953'te Francis Crick tarafından keşfedildiği göz önünde bulundurulacak olursa, embriyologların 19. yüzyılın sonuna kadar tartışamadıkları "genetik planlama" kavramına, Kuran'da 1400 sene öncesinden işaret edilmesi, kuşkusuz Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunun delillerindendir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, DNA'daki Yaratılış Mucizesi, Araştırma Yayıncılık)





Aynı Anda Birçok Sesi Nasıl Ayırt Ederiz?


Şu an etrafınızda bulunan farklı yükseklikteki sesleri aynı anda duyduğunuzu hiç fark ettiniz mi? Belki bu yazıyı okurken, odanıza yayılan müziği, dışarıdan gelen araba kornalarını, yan odanızdaki aile bireylerinin konuşmalarını ve saatinizin çıkarttığı tik tak seslerini aynı anda duyuyorsunuz. Belki de etrafınızda derin bir sessizlik var, ama siz bu sessizliği de işitiyorsunuz.

Yüce Allah insan kulağını çok ince detaylarla donatmıştır. Kulağın en dış kısmı olan kulak kepçesi kulağın dışarı açılan kapısı gibidir. Ses önce kulak kepçesine gelir, buradan adeta bir tünele benzeyen dış kulak yolu boyunca ilerleyerek kulak zarına ulaşır. Ses dalga halinde yayılır. Ses dalgaları kulak zarına ulaştıklarında buradaki zarı titreştirirler. Kulak zarı, kendisine ulaşan titreşimleri güçlendirerek orta kulak bölgesine aktarır. Orta kulakta insan vücudunda bulunan en küçük üç kemik bulunmaktadır. Birbiri ile çok hassas bir dengede temas eden bu kemikçikler, çekiç, örs, ve üzengi olarak adlandırılmaktadır. 

Dışarıdan gelen ses önce kulak zarını ardından çekiç, örs ve üzengi kemiklerini sırasıyla titreştirir. En son üzengi kemiğinin titremesiyle, orta kulağın iç kulağa açılan penceresi olan oval pencere titrer. Bu titreşim, müzik çalarken, müzik setindeki hoparlörlere dokunduğumuzda hissettiğimiz titreşimlere benzetilebilir.

Buraya kadar anlattığımız olaylar Yüce Allah’ın üstün aklının ve yaratma sanatındaki detayların sadece bir kısmıdır. Çünkü iç ve orta kulakta, sesin gelmesiyle bu bir dizi olay olmuş, fakat henüz işitme işlemi gerçekleşmemiştir.

Nasıl İşitiyoruz ?



Duyma işleminin en son ve en önemli aşaması iç kulak adı verilen, salyangozun bulunduğu kısımda gerçekleşir.


Salyangozun yapısı kulağın asla tesadüflerle açıklanamayacak bir yaratılışa sahip olduğunu ve Yüce Allah’ın yaratma sanatındaki üstün aklı bir kez daha kanıtlar. Salyangozun ortasında sesi elektrik akımına çeviren hücreler bulunur. Bu hücrelerin bulunduğu alana “korti organı” adı verilir.


Korti organının etrafı sıvı ile kaplıdır. Salyangozun bir parçası olan ve üzenginin bağlı bulunduğu oval pencere, üzengiden gelen hareket ile her titrediğinde salyangozun içindeki sıvıyı tıpkı denizde oluşan dalgalar gibi dalgalandırır. Korti organı da sıvının dalgalanmasına uyum sağlayacak şekilde hareket eder.


Korti organının dalgalanması sıvının daha da çok hareket etmesine sebep olur ve bu dalgaların şiddeti altta bulunan yuvarlak pencerenin orta kulağa doğru bombe yapmasını sağlar.


Yuvarlak pencere, gelen su dalgalarına karşı esneyerek farklı yükseklikte ses dalgaları oluşmasını sağlar. Eğer yuvarlak pencere olmasaydı, dalgalar adeta kayalara çarpıp geri dönecekti ve farklı yükseklikteki sesler oluşmayacaktı. Birbirine çarpan aynı şiddetteki dalgalar da birbirlerinin etkisini yutacaktı ve hiçbir şey duymayacaktık. Yuvarlak pencere gibi esnek bir yapının olması sesin duyulması açısından çok büyük önem taşımaktadır. Tüylü hücrelerin görevi ise ses dalgalarını elektrik sinyaline çevirerek beyne iletmektir.


Duymamızdaki en mükemmel detaylardan biri tüylü hücrelerdir. Bu hücrelerin tüyleri sadece metrenin trilyonda biri kadar hareket etmelerine rağmen, bu hareket bizim mükemmel bir senfoniyi duymamıza yeter. Kulağımıza farklı sesler gelir, ama aynı hücreler farklı sesleri en ince detayına kadar ayırt ederek beyne iletir. Şüphesiz bu detay Yüce Allah’ın üstün aklının ve benzersiz yaratma sanatının eserlerinden biridir.

Tüylü Hücreler Korti Organının Neresindedir?

Korti organının tabanında “bazal membran” adı verilen bir zar bulunur. Bu zar, destek hücresi adı verilen çok sayıdaki hücre ile bu hücrelerin arasında yer alan ve duyma işlemini sağlayan tüylü hücreler içerir. Tabanda yer alan destek hücrelerinin görevi, adından anlaşılacağı gibi, tüylü hücrelerin durmasına destek olmaktır. İşitmede asıl görevli olan tüylü hücreler ise sinir hücreleri ile bağlantılıdır. Bu noktada durup düşünmek gerekir: Niçin destek olan hücrelerin sinir hücreleri ile bağlantısı yoktur?

Kuşkusuz bu çok büyük bir mucizedir. Korti organının yapısındaki bir grup hücrenin sadece birkaç tanesi sinir hücreleri ile bağlantı kurmuştur. Bu hücreler sinir hücresi ile bağlantı kurmazsa herhangi bir iletim yapamaz. Yani kablolar olmadan elektrik ampule ulaşamaz. Elektrikle bağlantısı olmayan bir lamba da içinde ampul olsa bile yanmaz. Bu örnekte görüldüğü gibi korti organının içindeki hücrelerden de yalnızca birkaç tanesi elektrik kabloları ile bağlantılıdır: İşitmede asıl görevli olan sinir hücreleri. Elektrik kabloları ile bağlantılı olsa da bu elektriği kullanabilecek bir yapısı olmayan destek hücrelerinin sinir hücreleri ile bağlantısı bulunmamaktadır. Bu özellik öğrenildiğinde akla gelen ilk soru bunu ayırt edenin kim olduğudur. Şüphesiz bu özellik Yüce Allah’ın eşsiz yaratışının bir ürünü olarak özel bir amaç için oradadır. Çünkü bu denli ince hesapların yapılması ve minicik yapıların görevlerini kusursuzca, üstelik ilk var olduklarından beri uygulaması, evrimcilerin öne sürdüğü kör tesadüflerin eseri asla olamaz. Aksine kusursuz ve ihtişamlı bir yaratılışın ürünüdürler. Yüce Allah bu gerçeği bir Kuran ayetinde şöyle açıklar. 

“O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.” (Haşr Suresi, 24)

“O, sizing için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz?” (Müminun Suresi, 78)

Farklı Frekanstaki Sesleri Aynı Anda Nasıl Duyarız?

Yukarıda sesin salyangoza ulaşması ile birlikte içindeki sıvının dalgalandığını, dalgalanan sıvının üzerine hücrelerin yerleştiğini bazal membran denen alanı titrettiğini anlattık. Bu sırada hareket eden bir kısım daha vardır. Bu kısım aşağıdaki şemada açık renkli olarak gösterilmiş olan tektoriyal zardır.

Tüylü hücrelerin tüyleri tektoriyel zarın içine doğru uzanır. Dalgalanma sonucunda, hücreler yukarıdan ve aşağıdan sallanır ve bağlı oldukları sinir liflerine ses geldiğine dair bilgi iletirken tektoriyal zarın içine doğru uzamış olduklarından bu zarı da titretirler. Fakat tektoriyal zar bu sırada hem diklemesine hem yatay olarak hareket eder ve farklı yöndeki bu hareketleri ile farklı frekanstaki sesleri algılamamızı sağlar. Burada dikkat çekici olan sesi algılayanın zar değil, zarın içine tüyleri gömülü olan hücreler olmasıdır. Zar sadece mekanik bir hareket yapar ve sıvıdaki dalgalar sayesinde tüyleri sağa sola doğru hareket ettirir. Tüyler çekiştirilince de tıpkı bir kapı gibi açılırlar. Olay tamamen mekaniktir. Burada mühim olan, zarın ne kadar hareket etmesi gerektiğini bilmesi ve hücrenin anlayacağı kadar (+) yüklü iyonun içeri girmesini sağlamasıdır. Tektoriyel zarın çok küçük bir parça olmasına rağmen adeta büyük bir bilinçle ne yapması gerektiğini bilmesi ve çok yönlü hareket etmesi elbette hayranlık uyandırıcıdır. İşte, sessizlik veya fısıltı gibi sesleri de duyabilmemizin nedeni bu küçücük zarın farklı yönlerde hareket ederek hücrelerin tüycüklerini titretmesidir. Yüce Allah kulağın sahip olduğu bu detayları yaratanın Kendisi olduğunu şöyle haber verir:

De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız?" (Yunus Suresi, 31)


Kaynak:
http://creationsafaris.com/crev200710.htm
http://kbb.uludag.edu.tr/ders-dis-orta-kulak-anatomofizyoloji.htm





www.yaratilis.com









Kimi Gençlerin Din Ahlakından Uzaklaşması


Hz. Ali (ra) anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün): "Gençlerinizin fıska düştüğü, kadınlarınızın azdığı zaman haliniz ne olur?" diye sormuştu. (Kütüb-ü Sitte, hadis no: 4752; Heysemi, Mecma'u'z-Zevaid'de kaydetmiştir (7, 281))

Gençlerin din ahlakından uzaklaşmaları ahir zaman özelliklerindendir. Telkine ve yönlendirmeye daha açık olan genç insanlar, kolaylıkla din ahlakına uygun olmayan akımların etkisi altına girebilmekte ya da son derece dejenere bir hayata yönelebilmektedirler. Bunun temelinde gerçek din ahlakının insanlara gereği gibi öğretilmiyor olması vardır. Bazı Batı ülkelerinde veya uzun yıllar komünist rejimle yönetilmiş ülkelerde bu durum daha açık olarak görülmektedir.






 




GÜNEŞ’İN BATIDAN DOĞUŞU YAKLAŞIYOR






İnsanların büyük bir çoğunluğu kıyamet vaktini kendilerinden çok sonraki nesillerin karşılaşacakları bir olay olarak düşünmektedirler. Oysa dünya üzerinde, ilk insanın yaratılışından itibaren yaşamış olan her kişi, kıyamet günü gerçekleşen olaylara şahit olacak, Allah'ın huzurunda toplanacak ve hiç kimse için bir kaçış mümkün olmayacaktır. Şu unutulmamalıdır ki, hesap günü her insan Allah'ın huzurunda yapayalnız ve tek başına sorguya çekilecektir.

Bu film sizlere ölüm ve sonrası için ciddi bir çaba göstermek ve bir hazırlık yapmayı gerektirdiğini hatırlatmak için hazırlanmıştır.
















TARPUN


YAŞ:                110 milyon yıllık

DÖNEM:            Kretase

BULUNDUĞU YER:
    Santana Oluşumu, Ceara, Brezilya



















Tarpun balığının fosil örneklerine Santana Oluşumu'nda sıkça rastlanmaktadır. 110  milyon yıl öncesine ait olan bu fosil, tarpun balıklarının diğer tüm canlılar gibi, var oldukları sürece hiçbir değişime uğramadıklarını, yani evrim geçirmediklerini göstermektedir. Yüz milyonlarca yıl önce yaşayan tarpun balıklarıyla, günümüzdeki örnekleri tamamen aynıdır. 


YAŞAYAN ÖRNEĞİ









www.turkislambirligi.com

Türk-İslam Dünyası'nın birliği, Allah'ın izni ve lütfu ile, 21. yüzyılda yeryüzüne özlenen barışı ve huzuru getirecek olan bir birlikteliktir. Sevgi, kardeşlik, şefkat, hoşgörü, dayanışma ve muhabbet temeli üstüne kurulacak olan bu birlik, yaşandığı bölgeye ekonomik refahı, demokratik yaşamı, adaleti getirmeyi hedeflemektedir.

Manevi değerlerin yüceltilmesini, sanatın, teknolojinin, bilimin en üst seviyelerine çıkmasını sağlayacak olan bu birlikteliğin adı Türk-İslam Birliğidir. Bu sitede Türk-İslam Birliğinin sağlanmasının önemi ele alınmaktadır.












Masaüstü Görünümü