Harun Yahya

RAMAZAN 2008, 20. GÜN











“Rabbimiz, biz: “Rabbinize iman edin” diye imana çağrıda bulunan bir çağırıcıyı işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de
iyilik yapanlarla birlikte öldür.”
(Al-i İmran Suresi, 193)
















  “Hediyeleşin, birbirinizi sevin. Birbirinize yiyecek hediye edin. Bu, rızkınızda genişlik hasıl eder.” (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 16. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s.239)









İman Etmedikleri Halde İman Etmiş Gibi Görünenler


Müminler sadece Allah rızası için yaşarlar. İnsanlara karşı duydukları sevgi ve merhamet de karşılıksız, sadece Allah rızası içindir. Karşılarındaki kişi eğer kendisinin Müslüman olduğunu söylerse ve Müslümanlığın alametlerini gösterirse o kişiye güvenirler ve Allah’ın bir tecellisi olduğu için onu severler. Müminlerle mücadele etmeyi akıllarına koymuş bazı kişiler kendilerini Müslüman gibi gösterip, inananların arkalarından tuzaklar kurabilirler. Gerçekte iman ile hiç alakaları olmadığı halde “iman ettik” diyerek mümin topluluğun arasına sızmak isterler. Kuran’ı hiç benimsemedikleri halde Müslümanların sahip oldukları bazı imkanlardan yararlanabilmek için iman etmedikleri halde iman etmiş gibi gözükürler.

Bu kişilerin kendilerini Müslüman gibi göstermelerinin temel sebebi mümin topluluğuna içten zarar vermektir. Müslümanların zorluk ve sıkıntı çekmelerini arzu ettikleri Kuran ayetlerinde şöyle bildirilmektedir:

Sizinle birlikte çıksalardı, size 'kötülük ve zarardan' başka bir şey ilave etmez ve aranıza mutlaka fitne sokmak üzere içinizde çaba yürütürlerdi. (Tevbe Suresi 47)

Sizler, işte böylesiniz; onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler. Siz Kitabın tümüne inanırsınız, onlar sizinle karşılaştıklarında "inandık" derler, kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: "Kin ve öfkenizle ölün." Şüphesiz Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Ali-İmran Suresi 119)

Peygamberimiz’de (sav) önce İslam’ı kabul ettiklerini söyleyen, fakat sonra İslam’ı terk edenlerle mücadele etmiştir. Bu kişiler İslam’ı terk ettikten sonra yeni bir mescid kurmuşlardır. Tarihi bilgilerde bu mescidin ismi “Dırar Mescidi” olarak geçmektedir. Bu dinsiz çatı altında toplananlar Müslümanlara karşı her türlü iftira ve tuzağı tasarlamışlardır. Ancak bilmedikleri gerçek, kendileri bu tuzakları kurarken Allah’ın da kendileri için bir tuzak kurmuş olduğudur. 

Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30)

O gün Peygamberimiz (sav) ile mücadele edenler İslam’ın yayılmasını engellemek için hiç bir şekilde başarıya ulaşamamışlardır. Bugün İslam tüm dünyaya yayılmıştır ve kendi dinlerini terk edip İslamiyeti seçenlerin sayısı da hızla artmaktadır.





Allah kendilerini Müslüman tanıtan bu insanların, samimi Müslümanlara zarar vermek için her türlü grup ile birleşebileceğini Kuran’da bize bildirmektedir: 

... müminleri bırakıp kafirleri dostlar (veliler) edinirler. 'Kuvvet ve onuru (izzeti)' onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, 'bütün kuvvet ve onur,' Allah'ındır. (Nisa Suresi, 138-139)

Bu kişiler, Müslümanlara karşı olan her grup ile birleşebilirler. Allah’tan korkmadıkları için Kuran ahlakına muhalif her türlü ahlaksızlığın içerisinde olan, sapkın görüşlere sahip insanlarla, Müslümanlara karşı birlik olmaktan çekinmezler. Onları biraraya getiren kuvvet Müslümanlara karşı güttükleri kin ve intikam hevesidir. Gerçekte birbirlerinden nefret eden insanlar olmalarına rağmen sırf Müslümanlara karşı mücadele edebilmek için bu birlikteliği sürdürmektedirler.

Peygamberimiz (sav) döneminde de münafıklar bu özelliklerini göstermişlerdir. Müminlere saldıran inkarcılara destek olmuşlar, onlara müminler hakkında bilgi vermiş, onları müminlere saldırmaya teşvik etmişlerdir. Bu şekilde müminlere zarar verebileceklerini düşünmüşlerdir. Topluluklarının ne kadar çok olursa o kadar etkili olacaklarını düşünmüşlerdir. Oysa yeryüzündeki tüm orduları bile toplasalar o orduların sahibi Allah’tır ve Allah müminlerin koruyucusudur.

Bu kişilerin müminlerden intikam almak istemelerinin nedeni, inananların asla Allah’ın gösterdiği yoldan ayrılmamalarıdır. Samimi Müslümanlar insanların ahiretlerinin kurtulması için onlara tavsiyelerde bulunurlar, doğru yola davet ederler. Vicdanlı olan kişiler Allah’tan korktukları için hatalarını düzeltirler. Ancak bu tip insanların sahtekarlıklarının yüzeye çıkması onları Müslümanlara karşı kinlendirir. Ancak bilmedikleri çok büyük bir gerçek vardır. Her ne kadar uyguladıkları yöntemler, kurdukları tuzaklarla müminlere galip geleceklerini düşünselerde, Allah onlar için daha büyük bir tuzak hazırlamıştır. Bütün kuvvet Allah’a aittir ve Allah müminlerin destekçisidir.

Oysa izzet (güç onur ve üstünlük) Allah'ın O'nun Resûlü'nün ve mü'minlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar. (Münafıkun Suresi, 8)


www.harunyahya.org







Allah Firavun’u Suların Altına Gömmüştür


"Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar, Rablerinin ayetlerini yalanladılar; Biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik. Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi." (Enfal Suresi, 54)




Eski Mısırlılar koyu taassupları sebebiyle putperest inanışlarından vazgeçmiyorlardı. Tek bir Allah'a ibadet edilmesi gerektiğini tebliğ eden kişiler gelmişti ama Firavun'un kavmi hep eski sapkın inanışlarına geri dönmüştü. Sonuçta Hz. Musa'yı, hem Mısır halkının hak dine karşı batıl bir sistemi benimsemiş olduğu ve hem de İsrailoğulları'nın köleleştirilmiş olduğu bir dönemde Allah elçi (resul) olarak göndermiştir.
Hz. Musa kendisine itaat eden İsrailoğullarını yanına alarak Mısır'dan ayrılmak üzere yola çıkmıştır. Ancak Firavun kendi izni olmadan yapılan bu çıkışı hazmedemez. "O ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla" (Yunus Suresi, 90) müminlerin peşlerine düşerler. Deniz kıyısına geldiklerinde Firavun ve ordusu onlara yetişir. İsrailoğullarından bazıları bunu görünce Hz. Musa'ya isyan etmeye başlarlar. Gösterdikleri bu zaafiyet, Kuran'da da şöyle ifade edilmiştir:

İki topluluk birbirlerini gördükleri zaman Musa'nın adamları: 'Gerçekten yakalandık' dediler. (Şuara Suresi, 61)

Aslında İsrailoğulları'nın gösterdiği bu tevekkülsüz tavır ilk olarak ortaya çıkmıyordu. Daha önce de kavmi Hz. Musa'ya şöyle yakınmıştı:

... Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık... (Araf Suresi, 129)

Kavmindeki bu tevekkülsüzlüğe karşılık, Hz. Musa Allah'a karşı son derece büyük bir güven duygusu içerisindeydi. Allah'a tam anlamıyla güvenmekteydi. Mücadelesinin en başından beri Allah, yardımının onunla olacağını bildirmişti:

Korkmayın, çünkü Ben sizinle birlikteyim, işitiyorum ve görüyorum. (Taha Suresi, 46)

Firavun'un büyücüleriyle ilk karşılaştığında Hz. Musa "kendi içinde bir tür korku" (Taha Suresi, 67) duymuştu. Bunun üzerine Allah ona korkmamasını ve muhakkak üstün geleceğini ilham etmişti. (Taha Suresi, 68) Sonuçta, kendi kavminden insanlar yakalanmış olmaktan korkarlarken Hz. Musa şöyle demişti:

Hayır... Şüphesiz Rabbim benimle beraberdir, bana yol gösterecektir. (Şuara Suresi, 62)

Allah Hz. Musa'ya asasını denize vurmasını vahyetti. Bunun üzerine "deniz hemencecik yarıldı ve her parçası kocaman bir dağ gibi oldu." (Şuara Suresi, 63) Bu durumda, Firavun'un böyle bir mucizenin gerçekleştiğini gördüğü anda ortada bir olağanüstülük olduğunu, İlahi bir müdahale ile karşı karşıya bulunduğunu anlaması gerekirdi. Deniz, Firavun'un öldürmeye çalıştığı insanların önünde açılarak onlara yol veriyordu. Üstelik onlar geçtikten sonra suların kapanmayacağından emin olunamazdı. Ancak buna rağmen İsrailoğulları'nın ardından suya girdiler. Büyük bir ihtimalle, Firavun ve ordusu, içinde bulundukları azgınlık ve düşmanlık sebebiyle sağlıklı düşünebilme yeteneğinden yoksun kaldılar ve bu durumun mucizevi niteliğini kavrayamadılar.

Firavun'un son anlarını Allah, Kuran'da şöyle bildirir:

... Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğulları'nın Kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi. (Yunus Suresi, 90)







KORONER BY-PASS AMELİYATI

Biz, senin göğsünü yarıp-genişletmedik mi? Ve yükünü indirip- atmadık mı? Ki o, senin belini bükmüştü; Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi? Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır. (İnşirah Suresi, 1-6)

Bilindiği gibi her organın canlılığını sürdürmesi ve görevini yapması için kan yoluyla beslenmesi gereklidir. Kan, kalp kasımıza da "koroner arter" adı verilen atardamarlar yoluyla gelmektedir. Damar sertliği (ateroskleroz) durumunda, bu damarlarda daralma ve tıkanmalar oluşabilmektedir. Bu durum ilerlediğinde ise kan akışı engellenir ve kalp yeterince beslenemez hale gelir. Bu da kalbin görevini yapamadığını gösteren göğüs ağrısına ve kalp krizine neden olmaktadır.

Yukarıdaki ayetlerde "Biz, göğsünü yarıp-genişletmedik mi" olarak tercüme edilen "E lem neşrah leke sadreke" ifadesi, bu tür bir kalp rahatsızlığına ve günümüzde yapılan koroner by-pass ameliyatlarına bir işaret olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.) Çünkü ayette geçen "lem neşrah" ifadesi, ilk anlamı itibariyle eti ve benzeri şeyleri açmak fiilini ifade etmektedir. Nitekim bu ameliyatlarda da göğüs kemiği boydan ikiye ayrılarak göğsün içine girilmektedir. Yapılan ameliyat sonucunda kan akışı tekrar sağlanmakta ve göğüs ağrısı ortadan kalkmaktadır. Ayette geçen genişleme ifadesi de söz konusu damarlardaki daralmaların ortadan kaldırılmasına işaret olabilir.

Ayrıca bu surenin hemen ardından Allah'ın kalp sağlığına faydalı bir bitki olan "zeytin" üzerine and içmesi de (Tin Suresi, 1), son derece hikmetlidir.





Bakterilerin Sahip Olduğu Üstün Detaylar


Günümüzde yapılan her yeni araştırma, sonsuz ilim sahibi Yüce Allah'ın insanlar için var ettiği birbirinden önemli yaratılış delillerinin farkına varılmasına vesile oluyor. Yapılan bu araştırmalar sonucunda birbirinden farklı pek çok hayati özelliği keşfedilen ve bütün canlı organizmalarda olduğu gibi, kompleks yapılara ve mekanizmalara sahip olan bakteriler, Rabbimiz'in yaratışına duyduğumuz hayranlığı daha da artırıyor.

Bakteriler olmadan yeryüzünde canlılığın sürmesi mümkün değildir. Toprağa atıp, çürüyüp ufalanacağından emin olduğumuz tüm atıklar, bakterilerin faaliyetleri sonucunda yok olurlar. Onlar, yeryüzündeki tüm atık maddeleri işlenebilir ve yeniden kullanılabilir hale getirirler. Ölü bir madde, onların vesilesiyle çürür. Bakteriler, bu maddenin her parçasını küçük minerallere ayrıştırır ve bunların besin olarak canlılara sunulmasını sağlarlar. Suyumuzu onlar arıtır, topraklarımızın verimini onlar artırırlar. Bedenimizde de önemli işler bakteriler tarafından gerçekleştirilir. Bakteriler, bağırsaklarımızdaki vitaminleri sentezler, yediklerimizi yararlı şekerlere ve polisakkaritlere (bir karbonhidrat grubu) dönüştürürler. Yemeklerle aldığımız yabancı mikroplara karşı savaşı da gerçekleştirirler.

Yeryüzü için büyük öneme sahip azot döngüsü, tümüyle bakterilere bağımlıdır. Bakteriler havadan nitrojeni (azot) alır ve onu yapı taşlarımız olan nükleotidlere ve aminoasitlere dönüştürürler. Bu, yeryüzünde, insan da dahil başka hiçbir canlının gerçekleştiremeyeceği gerçek anlamda hayranlık uyandırıcı bir işlemdir. Bakteriler, endüstriyel yöntemlerle 5000C'de ve normalin 300 katı kadar basınç altında gerçekleştirilebilecek bir işlemi, saniyeler içinde sorunsuz olarak yerine getirmektedirler.
 
Bunlardan çok daha önemlisi, bakteriler bize soluduğumuz oksijeni sunarlar. Dünyamızın solunabilir oksijeninin büyük bir kısmı fotosentez yöntemi ile mikoorganizmalar tarafından sağlanmaktadır. Siyanobakteriler, algler ve denizleri dolduran diğer minik organizmalar havaya her sene yaklaşık 150 milyar kg oksijen salarlar.1

Dünya'da yaşamın varlığına vesile olan sebeplerden sadece bir tanesi olan bakteriler, Darwin'in evrim teorisini tümüyle ortadan kaldırmıştır. Darwin bu canlıların ilkel olduklarını varsaymış ve tüm teorisini bu varsayım üzerine şekillendirmiştir. Ancak 21. yüzyıl bilimi bu canlıların hiç de ilkel olmadıklarını tüm açıklığıyla ortaya koymuştur. Sahip oldukları özellikler ve gerçekleştirdikleri harikalar, tesadüflerle asla oluşamayacak mükemmel varlıklar olduklarını gösterir. Bir bakteri, kendi kendine oluşamayacak, kendi kendine söz konusu yetenekleri edinemeyecek kadar komplekstir ve evrim teorisi tek bir bakterinin sözde tesadüfen ortaya çıkışını hiçbir şekilde açıklayamamaktadır.

Tüm bunlar, müthiş komplekslikleri, mükemmel yapıları, kusursuz işlemleri gerçekleştirme yeteneğini birarada yaratıp yeryüzünün her yanında var eden Allah'ın sanatının tecellileridir. Bu örnekle Allah, "en basit" yakıştırmasının yapıldığı en küçük tek hücreli canlının bile ne derece kompleks ve üstün özelliklere sahip olabileceğinin delillerini sunmuştur. Allah, insana, tek hücreli bir canlıya muhtaç yaşadığını hatırlatmıştır. Bundan öğüt alanlar, Allah'ın rızası ve cenneti için çabalayanlar ve Allah'ı gereği gibi takdir edenler olacaktır. Çünkü Allah, yerde ve gökte olanları boşuna yaratmamış, onlarda, her insanın öğüt alıp Yüce Allah'a yönelmesi için deliller kılmıştır.


1. Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi, Bill Bryson, Boyner Yayınları, 2003, sf. 264





www.detaysanati.net









Kişinin Kamçısının Ucuyla Konuşması


Kişiye kamçısının ucu konuşmadıkça… kıyamet kopmaz. (Ölüm, Kıyamet ve Diriliş, s.471)

Kamçı bilindiği gibi, eski çağlarda özellikle at, deve gibi binek hayvanlarını sürerken yaygın olarak kullanılmış bir araçtır. Yukarıdaki hadis incelendiğinde Peygamberimiz (sav)'in bu sözleriyle bir benzetme yaptığı anlaşılmaktadır. Günümüzde "kamçının şekline benzetebileceğimiz ve konuşan nesne nedir?" diye soracak olursak, bu sorunun en mantıklı cevabı, antenleri ile dikkat çeken telsiz, cep telefonu veya benzeri iletişim araçları olacaktır. İleri teknolojinin ürünü olan bu cihazlar sahip oldukları kamçıya benzer antenlerle dikkat çekmektedirler. Cep telefonu veya uydu telefonu gibi kablosuz iletişim araçlarının çok kısa bir geçmişi olduğunu göz önünde bulundurursak, Peygamberimiz (sav)'in 1400 yıl önce yaptığı tasvirin de ne kadar hikmetli olduğu anlaşılacaktır. Kıyamet öncesi zaman diliminin içinde bulunduğumuza dair bir haber daha böylece tecelli etmiştir.



 




Yecüc ve Mecüc Ne Zaman, Nerede?

 
Ahir zaman...

Sıkıntının ve kıtlığın yerini bolluğun ve bereketin, adaletsizliğin yerini adaletin, ahlaksızlığın yerini güzel ahlakın, kargaşanın yerini barışın ve huzurun aldığı ve tüm inanan kulların asırlardır özlemini duydukları, İslam ahlakının hakim olduğu kutlu bir dönem...

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sallAllahu aleyhi vesellem)'in hadislerinde ahir zamanın ne zaman ve ne şekilde başlayacağını ortaya koyan yüzlerce alamet haber verilmektedir. Ayrıca Kuran'da da bu döneme işaret eden birçok ayet vardır.

İçinde bulunduğumuz dönemde ise Peygamberimiz (sallAllahu aleyhi vesellem)'in 14 yüzyıl önce haber verdiği ahir zaman alametleri birbiri ardına gerçekleşmektedir. Kuran'da ve hadislerde kıyamet alameti olarak bildirdilen konulardan biri de "YECÜC VE MECÜC"tür. Yecüc ve Mecüc'ün kim oldukları, ne zaman ve ne şekilde ortaya çıkacakları, özellikleri asırlardır büyük bir merak konusudur.

Bu filmde, Yecüc ve Mecüc hakkında Kuran'da ve hadislerde bildirilen gerçekleri izleyeceksiniz.


















SEMENDER LARVASI


YAŞ:                275 milyon yıllık

DÖNEM:            Karbonifer

BULUNDUĞU YER:
    Rheinpfalz, Almanya















Almanya’da elde edilen semender fosilleri bilinen en eski semender fosilleridir. Ani bir volkanik patlama sonucunda lav örtüsü altında kaldıkları tahmin edilen bu canlıların fosilleri son derece iyi korunmuştur. Hatta bazı fosillerde, yumuşak dokuların ve midelerindeki son yiyeceklerin bile tespit edilmesi mümkün olmuştur.

Bu semender fosilleri, günümüzde yaşayan örneklerinden farksızdır. Yüz milyonlarca yıldır hiç değişmeyen semenderler, evrimcilerin yanıldıklarını bir kez daha gözler önüne sermektedir.


YAŞAYAN ÖRNEĞİ











www. beklenenHz. Mehdiveisa.com

Hz. İsa, Allah'ın, doğumundan itibaren mucizevi bir yaşamla nimette bulunduğu ve peygamberlik makamıyla şereflendirdiği kutlu bir elçisidir. İşte bu nedenle de yeryüzüne ikinci kez gelecek olan bu mübarek peygamberi, tüm insanlığın olabilecek en güzel şekilde karşılaması gerekmektedir.

Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışı yüzyıllardır İslam alemi tarafından beklenen müjdeli olaylardır. Nitekim rivayetlerde bu mübarek şahısların çıkış alametleri olarak bildirilen olayların pek çoğu, hadislerle mutabık bir şekilde ve ardı ardına gerçekleşmektedir. Kuşkusuz bu durum, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin ortaya çıkacakları vaktin çok yaklaştığının bir göstergesidir.

Peygamberimiz (sav)'in sahih hadislerinde Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin aynı dönemde ortaya çıkacakları ve İslam ahlakını tüm dünyada yerleşik kılma amacıyla birlikte mücadele edecekleri bildirilmiştir. Pek çok sahih hadiste yer alan bu bilgiler, Hz. İsa ile Hz. Mehdi'nin ortaya çıktıkları dönemde bir araya geleceklerini ve beraber hareket edeceklerini göstermektedir.












Masaüstü Görünümü