Harun Yahya

RAMAZAN 2008, 23. GÜN











Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz
en üstün olan sizlersiniz.
(Al-i İmran Suresi, 139)
















  “Allah'tan korkunuz, beş vakit namazınızı kılınız, Ramazan orucunuzu tutunuz, malınızın zekatını veriniz, emirlerinize itaat ediniz, Rabbinizin cennetine giriniz”.
(Mehmed Zahid Kotku, Hadislerle Nasihatlar, Cilt 1, s.104)









SAKIN UNUTMAYIN!
TEK İLAH’IN “ALLAH” OLDUĞUNU…




Yaşamımızdaki tek amacın Allah'a kulluk etmek olduğunu,


Bütün doğa olaylarının O'nun kontrolünde gerçekleştiğini, gökten yere her işi evirip-çevirenin Allah olduğunu,


Gerçek dost ve yardımcının yalnızca Allah olduğunu,


Hiçbir şekilde ve hiçbir yolla mağlup edilmesinin mümkün olmadığını, daima galip geleceğini,


Karşımıza çıkan her türlü zorluğu giderecek olanın sadece O olduğunu,


Her olayın iç yüzünden, gizli yönlerinden her ayrıntısıyla haberdar olduğunu,


Herkesin hayatı boyunca tüm yaptıklarının hesabını -bütün ayrıntısıyla- bildiğini,


İstediğini istediği gibi yapmaya gücü yeten olduğunu,


Kendisine sığınanları koruyan, rahatlık veren olduğunu,


Zorlukları hafifleten, kolaylaştıran olduğunu,


Başımıza gelen her türlü olayın O'nun bilgisi dahilinde gerçekleştiğini,


Sahip olduğumuz bütün nimetleri verenin O olduğunu,


Tüm mülkün (evlerin, arabaların, mobilyaların, giysilerin, mücevherlerin...) ve paranın gerçek sahibinin O olduğunu ve dilediğine nimetlerini artıracağını,


Yaptığımız her türlü işi, sadece O'nun rızasını kazanmak için yapmamız gerektiğini,


O'nun rızasını arayarak yapılan işlere kat kat karşılığını vereceğini,


Bildiğimiz herşeyi O'nun öğrettiğini,


Bizi hidayete erdirenin O olduğunu, her birimizin mümin olmasını O'nun  dilediğini,


Biz insanların sahip olduğu her türlü eksiklikten O'nun uzak olduğunu, hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını,


Sonsuza kadar Rabbimizle dost olabilmek için dua etmeyi SAKIN UNUTMAYIN





www.sakinunutmayin.com







Hz. Musa’nın Kavmine Gelen Felaketler Birer Mucizedir


Allah’ın Hz. Musa’nın kavmine verdiği felaketler birer mucizedir, fakat Rabbimiz bu mucizelerin hepsine bir sebep vesile ederek yaratmış olabilir. Bu mucizelerin asıl gerçekleşme şeklini Allah bilir. Ama şunu belirtmeliyiz ki, muhtemelen Rabbimizin bu mucizeleri, görenleri iman etmeye mecbur bırakacak şekilde gerçekleşmemiştir. Çünkü Bediüzzaman Said Nursi'nin söylediği gibi "Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz." (Sözler, 24. Söz)

Bir hikmete binaen, mucize olarak gerçekleşen bu olaylar, muhtemelen görenlerin kendilerince ikinci bir mantıkla açıklayabileceği bir şekilde gelişmiştir. (En doğrusunu Allah bilir) Örneğin "kan musallat kılınması" ile ilgili, Allah, Nil Irmağını sebepsiz olarak gerçek kana çevirmiş olabilir. Veya bir savaşı vesile kılmış olabilir; böylece o bölgede insan kanı akmış olabilir. Irmak, bakanların gözüne kan renginde görünmüş olabilir. İnsanlar bir çeşit kan hastalığına yakalanmış olabilir. Ancak Kuran’da bize bildirilen tüm bu felaketleri Firavun kavminin başına Allah’ın bir mucize olarak verdiğidir.

Allah'ın Firavun'a ve çevresindeki inkarcı kavme yolladığı bu felaketlerden Tevrat'ta da Kuran ile mutabakat halinde ayrıntılarıyla bahsedilir:

Ve eğer sen salıvermek istemezsen, işte, ben senin bütün sınırlarını kurbağalarla vuracağım. Ve ırmak kurbağalarla kaynayacak, ve çıkacaklar, ve senin evine, ve senin yatak odana, ve senin yatağının üzerine, ve kullarının evlerine ve kavmina ve fırınlarına ve hamur teknelerine girecekler. (Çıkış, 8/2-3)

Ve Rab Musa'ya dedi: Harun'a de: Değneğini uzat ve yerin tozuna vur, ta ki bütün Mısır diyarında tatarcık olsun. (Çıkış, 8/16)

Ve bütün Mısır diyarı üzerine çekirge çıktı, ve Mısır'ın bütün hududuna kondu; gayet çok idiler, ondan evvel böyle çekirge, bunun gibisi olmamıştı, ondan sonra da böylesi olmayacaktır. (Çıkış, 10/14)





Firavun'a ve yakın çevresine üst üste korkunç felaketler geliyordu. Bu felaketlerin önemli bir özelliği, bunların bir kısmının putperest kavmin tanrı olarak tapındığı şeylerden kaynaklanmasıydı. Örneğin Nil Nehri ya da kurbağalar onlar için kutsaldı ve bunları tanrılaştırmışlardı. Onlar "tanrılarından" medet umar ve yardım dilerken, Allah hatalarını ve onların hiçbir şeye güçlerinin yetmeyeceğini görmeleri için halkı bu "tanrıları" aracılığıyla azaplandırdı.

Felaketler her nasıl cereyan etmiş ve her ne etki bırakmışlarsa da, ne Firavun ne de kavmi bundan öğüt alarak Allah'a tevbe etmediler, yine büyüklenmeye devam ettiler.

Firavun ve yakın çevresi öylesine ikiyüzlüydüler ki, akıllarınca Hz. Musa'yı kandırmayı planlıyorlardı. Korkunç azap üzerlerine gelince hemen Hz. Musa'yı çağırmış, kendilerini bundan kurtarmasını istemişlerdi:

Başlarına iğrenç bir azab çökünce, dediler ki: "Ey Musa, Rabbine -sana verdiği ahid adına- bizim için dua et. Eğer bu iğrenç azabı üzerimizden çekip-giderirsen, andolsun sana iman edeceğiz ve İsrailoğullarını seninle göndereceğiz. Ne zaman ki, onların erişebilecekleri bir süreye kadar, o iğrenç azabı çekip-giderdik, onlar yine andlarını bozdular. (Araf Suresi, 134-135)








DÜNYA'NIN DÖNÜŞ YÖNÜ

Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Herşeyi 'sapasağlam ve yerli yerinde yapan' Allah'ın sanatı (yapısı)dır (bu). Şüphesiz O, işlediklerinizden haberdardır. (Neml Suresi, 88)

Neml Suresi'ndeki ayette Dünya'nın sadece döndüğü değil, dönüş yönü de vurgulanmaktadır. 3.500-4.000 metre yükseklikteki ana bulut kümelerinin hareket yönü daima batıdan doğuya doğrudur. Hava durumu tahminleri için çoğunlukla batıdaki duruma bakılmasının sebebi de budur.(1)

Bulut kümelerinin batıdan doğuya doğru sürüklenmesinin asıl sebebi Dünya'nın dönüş yönüdür. Günümüzde bilindiği gibi, Dünyamız da batıdan doğuya doğru dönmektedir. Bilimin yakın tarihlerde tespit ettiği bu bilimsel gerçek, Kuran'da yüzyıllar öncesinden Dünya'nın bir düzlem olduğu, bir öküzün başının üstünde sabit durduğu sanılan 14. yüzyılda- haber verilmiştir.


(1). http://www.woodrow.org/teachers/esi /1998/p/weather/Corriolis.HTM 






İNSAN VÜCUDUNU SAVUNAN GÜÇLÜ ORDU


Hayatımız boyunca birçok kez hasta oluruz. Bitkinleşir, ateşlenir, çoğu zaman dinlenmek zorunda kalır, ama birkaç gün sonra da iyileşiriz. Bizim "hastalanma" ve "iyileşme" dediğimiz bu olaylar sırasında vücudumuzda olağanüstü bir mücadele yaşanır. Hastalanmamıza neden olan, vücudumuzda yabancı bir takım "canlıların" girmesidir. Gözle göremediğimiz mikroplar, vücuda girerek hızla yayılmaya başlarlar. Bunlar eğer vücudun bu istilaya karşı koyacak bir mekanizması olmasa, kişiyi bir haftaya kalmadan ölüme sürükleyebilecek zararlı canlılardır.

Ama vücudun mikroplara karşı koyan bir mekanizması vardır. "Savunma sistemi" olarak bilinen bu mekanizma, dünyanın en disiplinli, en kompleks ve en başarılı ordusudur. Piyadelerden, ağır zırhlılardan, istihbarat birimlerinden oluşan ve hatta düşmanları fişleyen bir "bilgi işlem" merkezi bulunan savunma sistemi, yaşamımız boyunca mikroplarla savaşır. Bedenimizin derinliklerinde meydana gelen bu savunma savaşını, hayret uyandıran tüm detayları ile tanımak için önce, savunma sisteminin hangi organlardan oluştuğunu bilmemiz gerekir.

Kemik İliği Savunmaya Nasıl Katkı Sağlıyor

Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombaları atıldığında, radyasyona maruz kalan birçok insan, 10–15 gün içinde iç kanama ya da bulaşıcı hastalıklar nedeniyle öldü. Bu insanlara ne olduğunu anlamak için hayvanlar üzerinde yapılan deneyler, vücudun tümüyle radyasyona maruz kalmasının kan yapan ve savunma sisteminin bel kemiği olan hücrelerin ölümüne yol açtığını ortaya çıkardı. Bu da vücudun kısa sürede ölmesi anlamına geliyordu.

Bu hayati hücrelerin fabrikası, kemik iliğidir. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta; bu fabrikada birbirinden çok farklı ürünlerin üretiliyor olmasıdır. Çünkü burada üretilen bazı hücreler fagositoz yapımında, bazı hücreler kanın pıhtılaşmasında, bazı hücreler ise vücuda alınan besinlerin parçalanmasında rol oynar. Bu hücrelerin görevleri gibi, yapıları da birbirlerinden farklıdır. Ortak bir amaca yönelik hareket eden bu farklı hücreler, vücudumuzda savunmaya destek olan çok özel bir üretim sisteminin kurulu olduğunun açık birer delilidir.




 
Çok Yönlü Bir Organ: Dalak

Savunma sistemimizin bir diğer harika elemanı da dalaktır. Dalak, kırmızı ve beyaz kısım olmak üzere iki bölümden oluşur. Beyaz kısımda üretilen genç lenfositler, önce kırmızı kısma göç ederler ve buradan da kan dolaşımına katılırlar.

Koyu kırmızı renkte ve midenin yanında olan bu organın yaptığı işlemler, detaylı olarak incelendiğinde, olağandışı bir manzarayla karşı karşıya kalınır. Onu böylesine harika ve olağandışı yapan; oldukça zor ve karmaşık olan görevleridir. Dalağın bu görevleri şunlardır:


Ana rahmindeki çocukta var olan kemik iliği, kan hücrelerini üretme görevini tam olarak yapamaz. Kemik iliği bu görevi ancak doğumdan sonra yerine getirmeye başlar. Ancak bu süre zarfında çocuk yine de kansız kalmaz. Çünkü bu aşamada dalak devreye girer ve sorumluluk alır. Vücudun alyuvar, trombosit ve granülositlere ihtiyacı olduğunu adeta anlayan dalak, kendi görevi olan lenfosit üretiminin yanında bir de bu hücrelerin üretimine başlar.


Belli bir miktar kan hücresini (alyuvarı ve trombositleri) kendi içinde depolar. "Depolar" deyince aklınıza depo olarak kullanılabilecek, ayrı bir bölüm olduğu gelebilir. Ancak söz konusu olan küçük bir organdır ve görünürde depo olarak kullanabileceği hiçbir yeri yoktur. İşte dalak, bu tip durumlarda hacmini büyüterek, alyuvar ve trombositler için yer açar. Kimi zaman hastalıklar sonucu büyümüş olan dalağın, depo hacmi de büyümüş olur.


Dalakta bol miktarda makrofaj (temizlikçi hücreler) vardır. Bunlar, dalağa gelen kanda bulunan yaşlanmış, bozulmuş alyuvarları ve bir takım bozuk kan hücreleri ile kandaki bazı maddeleri fagosite ederler yani, yutup sindirirler.


Vücutta herhangi bir mikrobik enfeksiyon ya da bir başka zararlı etkenin oluştuğu durumlarda, vücut bu zararlı düşmana karşı bir savunma saldırısına geçer. Bunun için savaşçı hücrelerin çoğalması gereklidir. Böyle anlarda dalak, lenfosit ve makrofaj yapımını artırır. Böylece, hastalık durumunda bütün vücutta uygulanan "olağanüstü hal" durumuna dalak da katılmış olur.





 
Lenfosit Hücrelerinin Eğitim Merkezi: Timüs

Timüs, lenfosit hücrelerinin bir nevi eğitim aldıkları bir organdır. Timüsteki bu eğitimin sonucunda, lenfosit hücreleri çok önemli bilgilerle donatılırlar. Vücuttaki hücrelerin antijenlerini tanımayı öğrenirler. Bu bir anlamda vücuda ait hücrelerin kimliklerinin lenfosit hücrelerine öğretilmesidir. Sonunda hücreler, oldukça yüklü bir bilgiyle timüsten ayrılırlar. Böylece lenfositler vücutta görev yaparken, kimliklerini öğrendikleri hücrelere saldırmazlar. Bunun dışında kalan her hücreye ve yabancı maddeye saldırır ve onları yok ederler.
 
Açıktır ki şuuru olmayan bir organın ve şuuru olmayan lenfosit hücrelerinin bunları kendi başlarına başarması mümkün değildir. Bu organın vücuttaki hücrelere önemli bilgiler içeren bir eğitim vermesi, lenfosit hücrelerinin bu bilgileri nasıl kullanacağını bilmesi ve zararsız hücreleri tanıyarak onlara saldırmaması Rabbimiz’in emriyle ve kontrolüyle gerçekleşen birer Yaratılış Delilidir.

Bir Başka Üretim Merkezi: Lenf Bezleri

Lenf sistemi başlı başına insanın emrine verilmiş bir mucizedir. Bu sistem bütün vücuda yayılmış lenf damarları, bu damarların belirli yerlerine yerleştirilmiş lenf bezleri, lenf bezlerinin ürettiği ve lenf damarlarında devriye görevi yapan lenfosit hücreler ve bu hücrelerin içinde yüzdüğü, lenf damarlarında dolaşan lenf sıvısından oluşur.
Sistem şöyle çalışır:


Bütün vücuda yayılmış olan lenf damarlarının içindeki lenf sıvısı, kılcal lenf damarları çevresinde bulunan dokularla temas eder.


Bu temas sonrasında tekrar lenf damarlarına dönen lenf sıvısı, beraberinde bu dokulara ait bazı bilgileri getirir.


Gelen bilgiler, lenf damarları boyunca bulunan en yakın lenf bezine ulaştırılır.


Eğer dokularda bir düşman hareketi başlamışsa bunun bilgisi de lenf sıvısı aracılığıyla lenf bezine getirilmiş olur.


* Düşmana ait bilgi incelendikten sonra eğer bir tehlike varsa alarm durumu verilir.


Lenf bezlerinde hızlı bir şekilde, lenfosit ve diğer bazı savaşçı hücrelerin üretimine başlanır.


Üretim aşamasından sonra sıra, yeni askerleri savaşın olduğu cepheye sevk etmeye gelmiştir. Yeni askerler lenf bezlerinden lenf sıvısı yardımıyla lenf damarlarına geçerler.


Lenf damarlarından da kan dolaşımına geçen askerler savaşın olduğu bölgeye ulaşırlar. Bu yüzden enfeksiyon olan bölgedeki lenf bezleri öncelikle şişer. Bu o bölgedeki lenfosit üretiminin arttığını gösterir.


21. Yüzyılda Bilim, Savunma Sistemi Karşısında Hala Cevapsız Kalıyor

Savunma sistemi ile ilgili kitaplarda sık sık karşılaşılan bazı ifadeler vardır:

"Bunun nasıl olduğunu henüz bilemiyoruz…"
"Nedeni hala bilinmiyor…"
"Konu ile ilgili araştırmalar hala devam ediyor…"
"Bir teoriye göre...."


Bu cümleler aslında önemli birer itiraftır. Bu, 21. yüzyıla giren insanın, sahip olduğu bütün teknoloji ve bilgi birikimine rağmen, küçücük hücrelerin başardıkları mucizevi işlerin karşısında düştüğü acizliğin itirafıdır. Mikro canlıların yaptıkları işler öylesine mükemmel detaylarla doludur ki, insan aklı, bu kurulu sistemin ayrıntılarını anlamada bile yetersiz kalmaktadır.

İnsanoğlunun aklının henüz bu sistemlerin nasıl çalıştığını çözememiş olması; konunun, insanın kavrayabileceğinden çok daha üstün bir aklın eseri olduğunun kanıtıdır. Açıkça ortadadır ki, evrendeki herşey gibi insan hayatı da yine üstün güç ve akıl sahibi olan Allah'ın kontrolü altındadır. Bütün bu sistemleri yaratan, sonsuz güç sahibi Rabbimiz’dir.

Kuran'da bu ve bunun gibi tüm soruların cevabı 1400 sene önce verilmiştir. Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah, evrendeki herşeye olduğu gibi, vücudumuza ve onu oluşturan trilyonlarca hücreye de boyun eğdirmiştir:

“Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş'e, Ay'a ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.” (Araf Suresi, 54)

www.insanmucizesi.com








Ömürlerin Uzaması

Onun zamanında… ömürler uzayacaktırHz. Mehdiyyil Muntazar (El Kavlul Muhtasar Fi Alamatil s. 43)

Peygamberimiz (sav)'in verdiği bu haberin üzerinden ondört asır geçmiştir. Kayıtlar, ortalama yaşam süresinin içinde bulunduğumuz çağda diğer tüm dönemlerden daha fazla olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Hatta 20. yüzyılın başları ile sonları arasında dahi büyük bir fark vardır. Örneğin 1995 yılında doğmuş olan bir çocuğun 1900'lerde doğmuş birisine göre ortalama 35 yıl daha uzun yaşayacağı tahmin edilmektedir. (1)  Bu konudaki çarpıcı bir başka örnek de, geçmişte 100 seneden fazla yaşayan insanların oldukça nadir, günümüzde ise çok sayıda olmasıdır.

Birleşmiş Milletler Nüfus Departmanı kaynaklarına göre, son birkaç yılda dünya nüfusu yüksek ölüm oranlarından düşük ölüm oranlarına doğru dikkate değer bir geçiş devresindedir. Demografik devrim olarak nitelenen bu gelişmenin merkezinde de yaşlıların sayı ve oran olarak artışı yer almaktadır. Böylesine hızlı ve geniş ölçekli bir gelişmenin uygarlık tarihinin hiçbir döneminde görülmediği de aynı kaynakta vurgulanmaktadır. (2)
 





Vatan, 21 Temmuz 2003, "İnsanoğlu 500 yaşına kadar yaşayabilir mi?"

Hürriyet, 15 Nisan 2003, "Ömrümüz uzayacak"

Takvim, 4 Ağustos 2003, "Ömrü 15 yıl uzatan hap geliyor"


Şüphesiz yaşam süresindeki bu artış sebepsiz değildir. Tıp teknolojisinin ilerlemesine bağlı olarak sağlık hizmetlerindeki gelişme insanların böyle bir nimete kavuşmasına olanak sağlamıştır. Bunlara ek olarak, genetik bilimindeki gelişmeler ve halen büyük bir hızla ilerlemekte olan İnsan Genomu Projesi sağlık alanında yepyeni bir dönem başlatmak üzeredir. Bu ilerlemeler geçmiş zamanlarda yaşayan insanların hayal bile edemeyeceği bir boyuttadır. Tüm bu gelişmelere dayanarak şunu söylemek mümkündür: Yaşadığımız çağın insanları yukarıdaki hadisin haber verdiği uzun ve sağlıklı hayat standardını yakalamışlardır. Ve bu standart, yakın gelecekte daha da yükselecek gibi görünmektedir.


1. M. Encarta Encyclopedia 2000, "Aging"

2. United Nations Population Division, Department of Economic and Social Affairs, The Ageing of the World's Population, 2000, http://www.un.org/esa/socdev/ageing/agewpop.htm



 




Ateist Felsefenin Çöküşü


İnsanlık tarihinde önemli dönüm noktaları vardır. Şu anda bunların birinde yer alıyoruz. Kimileri bunu globalleşme veya "bilgi çağı"nın başlangıcı olarak yorumluyor. Bu tespitler doğru, ancak bunlardan daha da önemli bir gelişme var. Kimileri henüz bunun farkında olmasa da, son 20-25 yıldır bilim ve felsefe alanında çok büyük bir değişim yaşanıyor: 19. yüzyıldan bu yana bilim ve düşünce dünyasında etkin olan ateizm, yani Allah'ın varlığını inkar düşüncesi önlenemez bir biçimde çöküyor.

Bu gerçek, sadece bu filmde izleyeceğiniz bilim veya siyaset alanlarıyla sınırlı değildir. Ünlü devlet adamlarından sinema yıldızlarına veya pop sanatçılarına kadar, Batı toplumunun pek çok "kanaat önderi" eskisine göre daha dindardır. Uzun yıllar ateist olarak yaşadıktan sonra, gördüğü gerçekler karşısında Allah'a iman eden pek çok insan vardır.


















ÇEKİRGE


YAŞ:                108-92 milyon yıllık

DÖNEM:            Kretase

BULUNDUĞU YER:
    Santana Oluşumu, Ceara, Brezilya







 












Resimde görülen 108 – 92 milyon yaşındaki çekirge fosilleri, çekirgelerin hep çekirge olarak var olduklarının delilidir. Milyonlarca yıldır aynı olan çekirgeler, canlıların evrimleşmediklerini, yaratıldıklarını söylemektedirler.


YAŞAYAN ÖRNEĞİ









www.Allahvar.com

Allah, insanların Kendi büyüklüğünü kavrayabilmeleri için evrendeki düzeni sayısız detayla birlikte yaratmıştır. Kuran'da bu düzen, "... sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz öğrenmeniz için" (Talak Suresi, 12) şeklinde bildirilmektedir. Allah'ın aklı, ilmi ve kudreti sonsuzdur.
Allah, tek bir olayın içinde dilediği kadar ayrıntı meydana getirir.

Bu sitedeki örneklerde göreceğiniz gibi, Allah'ın varlığı her yeri sarıp kuşatmıştır ve varlığının delilleri her yerdedir. Allah benzersiz bir güç sahibidir. İnsanın yapması gereken ise Allah'ın kendisi için yarattığı sayısız nimetlerin şükrünü vermek ve dünyada geçireceği zaman boyunca Allah'ın kendisi için seçip beğendiği Kuran ahlakına uygun yaşamaktır.











Masaüstü Görünümü