Harun Yahya

RAMAZAN 2008, 25. GÜN











Şüphesiz o (Kur’an), üstün onur sahibi bir elçinin gerçekten (Allah’tan getirdiği) sözüdür; (Bu elçi,) Bir güç sahibidir, arşın sahibi katında şereflidir. Ona itaat edilir, sonra güvenilirdir. (Tekvir Suresi, 19-21)
















  “Tevazu ediniz, güler yüz gösteriniz, beşaşet izhar ediniz ve hüsn-i muamelede bulunun, sertlik göstermeyin, yumuşak muamelede bulunun, hiç kimseye zulm etmeyin”.
(Mehmed Zahid Kotku, Hadislerle Nasihatlar, Cilt 1, s.145)









KURAN’DA ÖVÜLEN GERÇEK SAYGI NASILDIR?


Sevgi, şefkat, merhamet, fedakarlık, sabır, ince düşünce gibi güzel ahlak özellikleri Kuran ahlakına göre yaşamayan toplumlarda, nasıl yanlış temeller üzerine kuruluysa saygı anlayışı da birtakım çıkarlar, yanlış temeller üzerine kuruludur. Böyle bir toplumda insanlara saygı kavramının ne anlama geldiği sorulduğunda bu soruya çoğunlukla sınırlı ve hatalı bir tanımla cevap verilir. Bu kişilere göre, saygı herhangi bir nedenle (iş, okul, hastalık, arkadaşlık, evlilik vb.) ilişki içinde oldukları kişilerin düşüncelerine, sözlerine, davranışlarına ve toplum içindeki itibarlarına karşı gösterilmesi gereken, duruma göre şekillenen ve devamlılığı olmayan bir görgü kuralıdır. Ancak bu tanım, eksik ve hatalı birtakım ifadeler içerir. Nitekim bu kişilerin davranışları gözlemlendiğinde karşı tarfa içlerinden gelerek saygı göstermedikleri hemen teşhis edilebilir. Bu yanlış davranışı düzeltmek için ise öncelikle hatalı saygı anlayışının nedenlerini kavramak gerekir.

Yanlış Saygı Anlayışının Nedenleri



Benlik vermek

Din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda insanların büyük bir kısmı çevrelerindeki insanların Yüce Allah’tan bağımsız (Allah’ı tenzih ederiz) varlıklar olduğunu düşünürler. Bu kişilerin sahip oldukları zeka, zenginlik, makam, mevki gibi özelliklerin kendi başarılarından kaynaklandığını zannederler. Bu nedenle de o kişilerin sözlerine, davranışlarına, toplum içindeki itibarlarına karşı göstermelik bir saygı duyarlar. Ancak bu davranış biçimi, temelinde şirk gibi büyük bir günahı barındırır ve gerçekte Yüce Allah’a gösterilmesi gereken saygının, O’nun tecellileri olan kişilere yöneltilmesine neden olur.

İnsanlara ve onların düşüncelerine saygılı olmak, haklarını korumak, gerektiğinde fedakârlık yapmak elbette çok güzel davranış özellikleridir ve Kuran’da da bu şekilde davranılması emredilmiştir. Ancak burada kastedilen yanlış saygı anlayışında, Allah’a ve O’nun yarattığı kadere teslim olmak yerine, çareyi insanlarda arayan ve onlardan yardım bekleyen bir zihniyet hakimdir. Bu saygının temelinde ise birtakım korkular, kendilerinden üstün gördükleri kişilere karşı duyulan eziklik ve aşağılık kompleksi gibi çok farklı psikolojiler vardır:
 


Gelecek Korkusu: İnsanların bir kısmı Yüce Allah’ın Rezzak (Rızık veren, insanların faydasına olmak üzere nimetlerini veren) ismini gereği gibi takdir edemedikleri için, dünya üzerindeki herkese ve her canlıya rızkı verenin O olduğunu düşünmezler. Bu nedenle iş yerlerinde patronlarına ve amirlerine tamamen çıkar ilişkisine dayalı gerçek olmayan bir saygı gösterirler. Tabi burada önemli bir ayrımı belirtmekte fayda vardır: İnsanların iş ortamında birbirlerine saygı göstermeleri elbette güzel ve doğru bir davranıştır. Ancak kişilerin bunu yaparken kendilerine sağlayabilecekleri maddi menfaatleri değil, Allah'ın rızasını esas almaları gerekir. Fakat bu hatalı zihniyete sahip kişiler işten atılma, aç kalma ve gelecek korkusundan kaynaklanan bu yanlış saygı anlayışı ile kendilerinden üst makamdaki kişileri adeta putlaştırırlar. (Allah'ı tenzih ederiz) Oysa Yüce Allah her insanın ancak bir kul olduğunu şöyle bildirmiştir:


“Allah'tan başka taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen onları çağırın da size icabet etsinler.” (Araf Suresi, 194)



Aşağılık Kompleksi: Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda insanların en çok saygı yönelttikleri kişiler, kendilerinden zengin, iyi eğitim görmüş, şöhretli, makam ve mevki sahibi olanlardır. Bazı insanlar kendilerinin sahip olmadığı bu özellikleri başkasında gördüklerinde bütün bunları o kişinin kendi iradesi ile kazandığını zannederler. Oysa insanlara sahip oldukları tüm bu özellikleri veren Allah’tır.  


Kendini Beğendirme İsteği: Titizlikle kaçınılması gereken bu kötü ahlak özelliği, insanlara benlik verip kendilerini bu kişilerin yanında ezik hisseden zayıf kişilikli insanlarda görülür. Bu kişiler kendilerini beğendirmek adına saygılı bir üslup geliştirmeye çalışırken, son derece yapay bir kibarlığa bürünürler. Özellikle de karşı taraftan bir istekte bulunacakları zaman iyice ezilirler ve tavırları doğallıktan uzaklaşır. Oysa kendisine saygı duyulmasını isteyen bir kişinin yapması gereken sadece, Yüce Allah’a iman ederek O’nun Kuran’da bildirdiği ahlakı yaşamasıdır. Kişi ancak bu takdirde kaliteli, diğer insanlarda doğal bir saygı uyandıran ve örnek gösterilen bir insan olabilir.



Kuran’da Müminlere Saygılı Olmaları Emredilir

Saygı, tüm tavır ve konuşmalara yansımasının yanında esas olarak ruhta ve düşüncede yaşanan güzel bir ahlak özelliğidir. Nazik, ince düşünceli, samimi ve fedakar olmak bu özelliklerin başlıcalarıdır. Bu saygı anlayışı, Kuran’da övülen ve pek çok ayette titizlikle uyulması emredilen bir mümin özelliğidir. Bu nedenle müminler Rabbimiz’in hoşnut olacağı umulan bu davranış özelliğini en içten şekliyle uygulamaya çalışarak dünyanın en saygılı insanları olurlar. 

Yüce Allah’ın, Kuran’da, Zatı’nın tecellisi olan kullarına saygılı olunması konusunda müminleri uyardığı ayetler şöyle sıralanabilir:



Verilen borcun yazılması, (Bakara Suresi, 282)     


Yapmayacağı şeyi söylememek, (Saff Suresi, 2-3)


Tartışmamak ve çekişmemek, (İsra Suresi, 53)


İnce düşünceli ve fedakâr olmak, (Haşr Suresi, 9)


Bilgi sahibi olunmayan bir konuda tartışmamak, (Al-i İmran Suresi, 66)     


Alaycı tavır göstermemek, insanları hoşlanmadıkları lakapla çağırmamak, (Hucurat Suresi, 11)


Emanete ve ahitlere riayet etmek,  (Mearic Suresi, 32)


Emaneti ehline vermek ve emanet ehli olmak, (Nisa Suresi, 58)


Elçiye içten bir saygı beslemek, (Fetih Suresi, 9)


Getirdikleriyle sevinip, yapmadıklarıyla övünmemek, (Al-i İmran Suresi, 188)


Zanda bulunmamak, gıybet etmemek, tecessüs etmemek (başkalarının o kişiyi ilgilendirmeyen gizli yönlerini araştırmamak), (Hucurat Suresi, 12)


Öfkeyi yenmek, insanlardaki haklarından bağışlama ile vazgeçmek, (Al-i İmran Suresi, 134)


Selam verildiğinde aynısıyla veya daha güzeliyle karşılık vermek, (Nisa Suresi, 86)


Evlere girildiğinde selam vermek, (Nur Suresi, 61)


Yabancı evlere izinsiz girmemek, (Nur Suresi, 27)


Bir topluluğa karşı duyulan kinin adaletten alıkoymaması, (Maide Suresi, 8)


Dinde zorlama olmaması ve din ahlakına hikmetle, güzel öğütle davet etmek, (Nahl Suresi, 125)


Yalan söylememek, (Maide Suresi, 89)


Sesi yükseltmeden konuşmak, (Lokman Suresi, 19)


Anne ve babaya iyilikle davranmak, (Lokman Suresi, 14)


Yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara,  komşuya, arkadaşa, yolda kalmışa güzellikle davranmak, (Nisa Suresi, 36)


Fikir alışverişinde bulunmak -istişare etmek- ve fikre saygı duymak, (Şura Suresi, 38)


Gerçek Saygı Anlayışının Kazanılmasında Tek Ölçü İmandır

Gerçek saygı anlayışı, Yüce Allah'tan çok korkarak ve Kuran ahlakının yaşanması ile kazanılır. Yüce Allah'a iman eden ve Kuran ahlakını tam olarak hayatına geçiren her insan bu anlayışın kazandırdığı doğal bir sonuç olarak, insanlara değer veren, onların haklarını koruyan, adaletli ve son derece saygılı bir ahlak kazanır. İnsanın Yüce Allah'tan gereği gibi korkup sakınması, her an her yerde vicdanlı davranması, onu saygısız düşünce yapısından, kaba veya çıkarcı hareket etmekten tümüyle sakındırır. Böyle bir kişi nefsine uymaktan vazgeçer, tüm kalbiyle ve ruhuyla Allah'a teslim olmaya karar verir. O'nun razı olduğu şekilde yaşamaya tam niyet eder ve sadece Yüce Allah’ı razı edecek biçimde güzellikle davranmayı benimser. Bu şekilde toplumun yanlış saygı telkinlerinden arınır, yepyeni bir anlayış ve olgunluk kazanır, imanın getirdiği derinlikle gerçek saygıyı etrafındakilere de yaşatmaya çalışır. Kuran ayetlerini eksiksizce hayatına geçiren bir mümin, kazandığı ahlakla aynı zamanda asil, onurlu ve çevresinde saygı duyulan bir kişi olur. Yüce Allah bir Kuran ayetinde şöyle buyurmaktadır:

"Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz." (Al-i İmran Suresi, 139)


www.ilmimercek.net







Kuran’da Bildirilen Arim Seli ile Arkeolojik Bulgular Birbirleriyle Örtüşmektedir


Sebe Devletine gönderilen Arim selinin Kuran’da bildiriliş şekli ile tarihsel bulgular arasında çok somut bir uyum vardır.

Arkeolojik bulgular ve tarihsel gerçekler, Kuran'da yazılanlara işaret etmektedir. Ayette belirtildiği gibi, kendilerine gönderilen peygamberin uyarılarını dinlemeyen ve Allah'ın nimetine nankörlük eden halk, sonunda korkunç bir sel felaketiyle cezalandırılmıştır. Kuran'da Sebe Devleti'ne gönderilen sel felaketi şöyle tarif edilmektedir:







Andolsun, Sebe' (Halkı)nın oturduğu yerlerde de bir ayet vardır. (Evleri) Sağdan ve soldan iki bahçeliydi. (Onlara demiştik ki:) "Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. Güzel bir şehir ve bağışlayan bir Rabb(iniz var)." Ancak onlar yüz çevirdiler, böylece Biz de onlara Arim Seli'ni gönderdik. Ve onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde az bir şey de sedir ağacı olan iki bahçeye dönüştürdük. Böylelikle nankörlük etmeleri dolayısıyla onları cezalandırdık. Biz (nimete) nankörlük edenden başkasını cezalandırır mıyız? (Sebe Suresi, 15-17)

Yukarıdaki ayetlerde de vurgulandığı gibi, Sebe Halkı, estetik yönüyle çarpıcı, bereketli bağ ve bahçeleri olan bir toprakta yaşıyordu. Ticaret yolları üzerinde bulunan ve bu nedenle de refah düzeyi oldukça yüksek olan Sebe ülkesi, dönemin en gözde beldelerinden biriydi.

Hayat şartlarının ve ortamın böylesi olumlu olduğu ülkede Sebe Halkına düşen, ayette söylendiği gibi "Rabbimizin rızkından yemek ve O'na şükretmek"ti. Ama öyle yapmadılar. İçinde bulundukları refahı sahiplenme yoluna gittiler. O ülkenin kendilerine ait olduğunu, içinde bulundukları olağanüstü ortamı kendi kendilerine elde ettiklerini sandılar. Şükretmek yerine kibirlenmeyi seçtiler. Allah'tan, ayetlerde geçtiği gibi "yüz çevirdiler"...

Ve içinde bulundukları refahı sahiplenmeye kalkmaları nedeniyle onu kaybettiler. Ayette bildirildiği gibi, Arim Seli bütün ülkeyi yerle bir etti.
Kuran'da Sebe Kavmi'ne gönderilen azaptan "Seyl-ül Arim" yani "Arim Seli" olarak bahsedilmektedir. Kuran'da geçen bu ifade, aynı zamanda bu selin meydana geliş şeklini göstermektedir. Zira "Arim" kelimesinin anlamı, baraj ya da settir. "Seyl-ül Arim" kelimesi de, setin yıkılması sonucunda meydana gelen bir seli anlatmaktadır.

Arim Seli ile beraber gelen felaketten sonra bölgede çölleşme başlamış ve tarım alanlarının yok olmasıyla Sebe Kavmi'nin en önemli gelir kaynağı da ellerinden çıkmıştı. Allah'ın kendilerini iman etmeye ve şükretmeye çağırmasına kulak asmayan halk, sonunda böylesine bir felaketle cezalandırıldı. Sebe Halkı'nın yaşadığı ve artık tümüyle ıssız bir harabe konumuna gelmiş olan Marib, şüphesiz, Sebe Halkı ile aynı hatayı işleyen herkes için bir ibrettir.

Sebe Halkı tümü Allah’a ait olan zenginlikleri sahiplenmeye kalkmış ve Allah korkusnudan uzaklaşmışlardır. Bu nedenle Allah’ın cezası ile karşılaşmışlar ve tüm yurtları darmadağın edilmiştir. Ki mülkün "sahibi" olmadığını, o mülkün kendisine "verildiğini" anlaşılsın…









BULUTLARIN AĞIRLIĞI

Bulutların ağırlığı çok şaşırtıcı rakamlara ulaşmaktadır. Örneğin, kümülonimbüs türü fırtına bulutunda, 300.000 ton ağırlığa ulaşan miktarlarda su toplanmaktadır.

Gökyüzünde 300.000 tonluk bir kütlenin durabileceği bir düzenin "kurulmuş" olması kuşkusuz hayranlık uyandıran bir durumdur. Kuran'daki diğer bazı ayetlerde de bulutların ağırlığına şu şekilde dikkat çekilmektedir:

Rahmetinin önünde rüzgarları bir müjde olarak gönderen O'dur. Bunlar ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleyiveririz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız… (Araf Suresi, 57)

O size şimşeği korku ve umut olarak gösteren, (yağmur yüklü) ağırlaşmış bulutları (inşa edip) ortaya çıkarandır. (Rad Suresi, 12)

Elbette Kuran'ın indirildiği dönemde insanların bulutların ağırlıkları ile ilgili bu bilgiye sahip olmaları mümkün değildir. Kuran ayetlerinde dikkat çekilen ve yakın geçmişte keşfedilen bu bilgi, Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunun delillerinden bir diğeridir.








Kan Damarlarındaki Mucize Sayaç:
TANSİYON


Kan, taşıyıcı ve denetleyici işlevleri nedeniyle bedenin içinde sürekli olarak dolaşır ve bu yolculuğu esnasında her an mutlaka yapacağı bir görevi vardır. Ancak kanın görevlerini yerine getirebilmesi ve kan dolaşımının sağlanması için basınç gereklidir. Kalbimiz sürekli pompa gibi çalışarak, kanın ihtiyacı olan basıncı sağlayarak vücudumuzda dolaşımını sağlar. Dolaşım sırasında damarlarımızda akan kanın damar çeperlerine yaptığı bu basınca ise tansiyon diğer bir deyişle kan basıncı denir.

Nabız Nedir?

Vücudumuzdaki organları oluşturan dokular, kalp ve damar yoluyla düzenli bir şekilde oksijen ve besin maddeleri alışverişi yaparak görevlerini yerine getirir. Bu işlemin sürekliliği için, kalp düzenli olarak çalışır. Kendisine kulakçıklardan gelen kanı karıncıklar yoluyla, büyük ve küçük dolaşıma pompalar. Bu pompalama, vücudun değişik bölgelerinde, örneğin boyun ve el bilek damarlarında nabız atması şeklinde hissedilir. Nabız, sol karıncıktan atılan temiz kanın bu damarlarda oluşturduğu basınçtır. Büyük dolaşım sistemi ile dokuların gereksinimini karşılamak için dağıtılan bu kan kullanıldıktan sonra, tekrar temizlenmek üzere küçük dolaşım yardımı ile akciğerlerden geçirilir.

Tansiyon Kavramı İlk Nasıl Ortaya Çıkmıştır?

Nabız, milattan önceleri de bilinmesine karşın, tansiyon kavramı yakın zamanlarda gelişmiştir. Kan dolaşımı konusunda ilk bilimsel yapıtı, 1628'de Willian Harvey yayınladı. Ardından 1727'de Stephen Hales, tansiyonu ölçmek için ilk deneyini yaptı. Bu deney, U harfi şeklinde bir borucuğun atardamara yerleştirilip, borucuktaki kan düzeyinin gözlenmesi ile yapıldı. Bu iş için Hales, bir at kullandı. Daha sonra bazı araştırmacılar, aynı yolu değişik hayvanlarda, daha geliştirilmiş araçlar kullanarak uyguladı. 20. yüzyıl başında ise, damara girilmeden tansiyon ölçmeyi sağlayan dolaylı yollar geliştirildi. Bunlardan en yaygın olanı kola ya da bileğe takılan tansiyon aletleridir.

Normal Tansiyon Değerlerinin Ölçümü

Tıpta genel olarak herkesin bünyesinin farklı olduğu kabul edilir. Ama genel olarak normal kabul edilen sınırlar mevcuttur. Yapılan uzun araştırmalar sonucu, yaşın artışıyla küçük değişmeler olmakla beraber büyük tansiyon için 12 ile 14 arası, küçük tansiyon için 7-9 arası olması halinde değerler normal sayılır.

- Düşük Tansiyon


Tıp dilinde hipotansiyon olarak adlandırılan düşük tansiyon, belirli bir düzeye kadar sorun teşkil etmez. Tam tersine normalin biraz altında olması kalp-damar hastalıklarından uzak daha sağlıklı bir yaşam demektir.


Düşük tansiyonun sorun olduğu durum, sistolik tansiyonun çok uzun süreler için 70 mm den düşük kalması halleridir. Böyle hallerde şok durumu söz konusudur.


Düşük tansiyonun en sık rastlanan şekli, ortostatik hipotansiyondur. Kişinin otururken normal düzeylerde olan tansiyonunun, ayağa kalkılınca düşmesi halidir. Bu durumda bir süre için beyne daha az kan gideceği için geçici olarak denge ve şuur bozuklukları ortaya çıkabilir.

- Yüksek Tansiyon ve Zararları

Hem büyük tansiyon hem de küçük tansiyonun normalden yüksek olmasına “hipertansiyon”, diğer adıyla “yüksek tansiyon” denir. Genel olarak, büyük tansiyonun 14 cm Hg ve küçük tansiyonun 9 cm Hg'dan yüksek olması hipertansiyon olarak kabul edilir.




 
Yüksek Tansiyonun Belirtileri Nelerdir?

Yüksek tansiyonun başlıca belirtileri; zaman zaman ense kökünde şiddetli zonklayıcı tarzda baş ağrısı, çarpıntı, nefes darlığı, yorgunluk, burun kanaması, yol yürüme ve merdiven çıkmada zorlanma, bazen çok sık idrara çıkma, kulak çınlaması, bulanık görme ve bacaklarda şişliktir. Ancak hastaların önemli bir kısmında hiçbir belirti yoktur. Bu hastalarda yüksek tansiyon tanısı, sadece tansiyon ölçümü ile mümkündür. Bu nedenle, özellikle ailesinde yüksek tansiyonlu yakınları olanlar, 40 yaşını geçmiş kişiler, obez (şişman) kişiler, şeker hastaları ve gebelerin daha sık aralıklarla ölçüm yaptırmaları gerekir.

Yüksek Tansiyon Neden Kontrol Altında Tutulmalıdır?

Ülkemizde önemli halk sağlığı sorunlarından biri olan hipertansiyon, pek çok hastalık için önemli bir risk faktörüdür. Hipertansiyon tedavi edilmediğinde; kalp yetmezliği, kalp krizi, damarların daralması, beyin kanaması, felç gibi hayati hastalıklara neden olabilir. Ayrıca yüksek tansiyon,


Kalbin genişlemesine dolayısıyla kalp bozukluklarına,


Özellikle ana kalp damarı (aort), beyin damarları, bacaklar, bağırsaklar ve dalağa giden damarlarda patlamaya hazır küçük şişliklerin (anevrizma) oluşmasına,


Böbreklerdeki damarların hasar görmesine ve böbrek bozukluklarına,


Vücuttaki damarların, özellikle kalp, beyin, böbrek ve bacak damarlarının, daha çabuk sertleşmesine ve bu yüzden kalp krizlerine, felce ve böbrek yetmezliğine,


Göz damarlarında çatlamalara, kanamalara ve buna bağı görme bozukluklarına yol açabilir.












Tansiyon ve Sağlıklı Beslenme

Yüksek tansiyon, kolesterol, kalp ve damar hastalıkları günümüzde çok yaygın olan sağlık sorunlarıdır. İnsanların beslenme alışkanlıklarıyla bağlantılı olarak bu rahatsızlıkların ortaya çıkma riski de artar. Kuşkusuz Yüce Allah aczimizi hatırlamamız için hastalıkları vermektedir. Ancak sağlıklı olmak için beslenmeye dikkat etmek ,bu yönde yaptığımız fiili bir dua olacaktır. Çünkü hastalıklar gibi sağlığı veren de Allah'tır.

Sağlıklı beslenmek için, vitamin, mineral ve protein yönünden zengin besinleri tercih ederek başta damar sertliği olmak üzere birçok dolaşım sistemi rahatsızlıklarına zemin hazırlayan hayvansal yağlardan uzak durmalı ve harcayacağımızın çok üzerinde kalorili besinleri tüketmekten kaçınmalıyız. Aksi takdirde vücuda alınan fazla besinler yağ olarak depo edilir, bu da şişmanlığa yol açar.




 
Yüksek Tansiyonu Önlemek İçin;


Düzenli sağlık kontrolleri yaptırın. İdeal kilonuzu öğrenin ve koruyun.


Daha fazla fiziksel aktivitede bulunun. Düzenli spor yapın. Bol bol yürüyün.


Sigara içiyorsanız mutlaka bırakın. Alkolden uzak durun.


Tuz oranı az besinlerle beslenin.


Stresin zararını bilin, sakin ve tevekküllü olun.


Huzurlu ve mutlu bir ortamda yaşamaya gayret edin.

Damarlardaki Hassas Ölçüm Mekanizması Allah’ın Kontrolündedir

Allah, yaşamı çok hassas sınırların içinde var etmiştir. Atmosferden, Güneş sistemine, yere inen yağmur damlasından, insan vücudundaki tek bir hücrenin faaliyetine kadar her şeyi bir ölçü ile yaratmıştır. Tansiyon da, bu ölçülerden bir tanesidir. Bu ölçü sayesinde, biz farkında olmadan kan basıncımız ölçülür ve doğru değerlerde olmadığı zaman, gerekli tedbirleri almamız için bazı belirtilerle uyarılırız.

Biz hiç farkında değilken her an korunan kan basıncı seviyemiz ve bu seviyedeki bir değişimde bazı belirtilerle uyarılmamız, Yüce Rabbimiz'in çok büyük bir rahmetidir.

Unutulmamalıdır ki; insan için tek koruyucu Rahman olan Allah'tır. Bir ayette Rabbimiz‘in Asim (Koruyan) sıfatı şöyle bildirilmiştir:

“… Allah en hayırlı koruyucudur ve O, esirgeyenlerin esirgeyicisidir.” (Yusuf Suresi, 64)

www.imanhakikatleri.com








Fırat'ın Suyunun Kesilmesi


Fırat Nehri'nin suyunun kesilip durdurulması da Hz. Mehdi'nin çıkış alametlerindendir:

Fırat Nehri'nin suyu çekilerek altın hazinesini açıklaması zamanı yaklaşıyor. Her kim, o zaman orada bulunursa o hazineden bir şey almasın. 
( Riyazü's Salihin, 3/332)

Diğer hadislerde bu olayın ayrıntılarıyla ilgili önemli bilgiler verilmektedir:

Resulullah: Fırat Nehri altın bir dağ üzerinden açılmadıkça kıyamet kopmayacaktır. İnsanlar onun için harb edecek ve her yüz kişiden doksan dokuzu öldürülecek, onlardan her adam, keşke kurtulan ben olsaydım, diyecektir buyurmuşlar. (Sahih-i Müslim, 11/320)

Resulullah şöyle buyurdu: Yakında Fırat Nehri altın hazinesini açığa çıkarır, kim buna hazır bulunursa, ondan bir şey almasın. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 28)

(Resulullah:) "Fırat Nehri bir altın dağını açığa çıkarır" dedi. (Sünen-i Ebu Davud, 5/116)

Görüldüğü gibi Hz. İsa'nın yeniden gelişinin önemli bir alameti olan Fırat Nehri'nin suyunun durdurulması ve altın değerinde bir hazinenin ortaya çıkması pek çok büyük hadis kitabında yer almaktadır.




(üst, sol resim) Hürriyet, 4 Kasım 1973


Keban Barajı'nın inşa edilmesiyle Fırat Nehri'nin suyu durdurulmuştur.

Şimdi yukarıda yer verdiğimiz hadislerde geçen bu konuyla ilgili önemli ifadeleri tek tek ele alarak inceleyelim:

Resulullah buyurdu ki: (1) Fırat Nehri'nin suyu çekilip (2) altından bir dağ meydana çıkmadıkça kıyamet kopmaz... (Riyazü's Salihin, 3/332)

(1) Fırat Nehri'nin suyunun çekilip...

Suyuti'nin kitabında bu hadis "suyun durdurulması" olarak geçmektedir. Gerçekten de Keban Barajı, Fırat Nehri'nin suyunu durdurarak kesmiştir.

(2) "Altın"dan bir dağ meydana çıkmadıkça...

Yapılan baraj sayesinde; elektriğin üretilmesi, toplanan suyun arazide kullanılarak toprağın veriminin artması ve ulaşım kolaylığının sağlanması gibi sebeplerle, buradaki topraklar "altın" gibi kıymetli hale gelmiştir.

Keban barajı ve Fırat Nehri üzerine sonradan kurulan diğer barajlar, betondan dev birer dağı andırmaktadır. Bu barajlardan (hadis-i şerifteki benzetmeye göre dağdan) altın değerinde servet dökülmektedir. Dolayısıyla barajlar "altın bir dağ" özelliği kazanmaktadır. (En doğrusunu Allah bilir)



 




İSLAM: DÜNYAYI AYDINLATAN IŞIK

Eşsiz görüntüler, bilgisayarda hazırlanmış 3 boyutlu haritalar, harika bir müzik ve güçlü bir anlatımla hazırlanan 45 dakikalık filmde, İslam'ın Peygamberimiz Hz. Muhammed devrinden başlayarak insanlara nasıl merhamet ve hoşgörü öğrettiği, akıl, bilim, hikmet ve sanat kazandırdığı anlatılıyor. Filmin bölüm başlıkları şöyle:

1) Putların Kırılması
2) İslam'ın Hoşgörüsü, Adaleti ve Merhameti
3) Bilimin İslami Kaynağı
4) İslam'ın Yüksek Medeniyeti


Filmi izlediğinizde, İslam dininin Arabistan'dan başlayarak tüm Ortadoğu'ya, Kuzey Afrika'ya, İspanya'ya yayılırken dünyanın en görkemli medeniyetlerinden birini kurduğunu ve bu büyük kültürel yükselişin Kuran ahlakına dayandığını görecek, İslam'ın ışığının tüm dünyayı aydınlattığına tanık olacaksınız.



















SUDA KOŞAN


YAŞ:                148 milyon yıllık

DÖNEM:            Jura

BULUNDUĞU YER:
    Eichstatt, Almanya















Örnekleri görülen diğer pek çok canlı gibi Gerridae familyasına dahil böcekler de Darwinizm'i geçersiz kılan delillerdendir. Jura döneminden bugünlere ulaşan 148 milyon yıllık bu Gerridae fosili evrimin geçersizliğini gözler önüne sermektedir. Bütün bu fosiller şu açık gerçeğin göstergesidir: Tüm canlıları Allah yaratmıştır, bu canlılar hiçbir değişim göstermeden günümüze kadar gelmiştir ve canlılar hiçbir zaman evrim geçirmemiştir.


YAŞAYAN ÖRNEĞİ








www.islamadavet.org

Tebliğ, iman edenlerin en önemli sorumluluklarından biridir. Müminler Allah'ın varlığını ve birliğini delilleri ile anlatmak, insanları Allah'ın emrettiği din ahlakını yaşamaya davet etmek onlara iyiliği emredip kötülükten sakındırmakla yükümlüdürler. Bu sitede Kuran'a ve sevglii Peygamberimiz (sav)'in sünnetine göre tebliğ meodlarının neler olduğunu öğreneceksiniz.
Üstelik tebliğ yaparken ihtiyaç duyacağınız pekçok bilgiye ulaşabileceksiniz.

Sitedeki bazı başlıkları ise şöyle özetleyebiliriz:

1.    Ateist, Materyalist ve Darwinistlerin Fikirlerini Çürütmek İçin 

2.    Batıl Doğu Felsefelerini ve Sapkın İnançlar İçin 

3.    Kuran Mucizeleri İçin 

4.    İman Hakikatleri İçin 

5.    Tebliği Yaptığınız Kişinin Sorularını Cevaplayabilmek İçin 

6.    Kuran'dan Aradığınız Konuları Kolaylıkla Bulabilmeniz İçin 

7.    İslam'ın Yükselişi İçin
a.    Tebliğ yapmanın önemi 

b.    Tebliğ yöntemleri 

c.    Tebliğde anlatılması gereken konular 

d.    Tebliğde kullanılması gereken üslup 

e.    Müslümanların sorumluluğu 

8.    Karşılaşabileceğiniz sorulara cevaplar












Masaüstü Görünümü